“Altın kural: Her şeyi bil haberin yokmuş gibi davran.”
Bilgi toplamamız gerek.
Konu aile içi mutluluksa aile bireylerinin nasıl mutlu olduğunu bilmek ve uygulamak gerekiyor.
Eşinizin sevdiği yemeği yapmak , çocuğunuzun sevdiği yere tatile gitmek. Konu arkadaşlıksa ,
sevdikleri mekanlara ve insanlara saygılı olmak, uyum sağlamak … Konu işse saatlerce
anlatabilirim . “İş”teki diğer insanlarla nasıl geçinmeniz gerektiğini bilmeniz gerekiyor. Duygusal ve
sosyal zeka, entelektüel zekadan daha önemli. İşinizle ilgili verileri yorumlamanız, rakamlara hakim
olmanız,, ödeme koşullarını bilmeniz, faturalardaki ve sözleşmelerdeki detayları atlamamanız,
isimleri hatırlamanız, olaylar arasındaki bağlantıları farketmeniz gerekiyor, nöronlar arası bağlar
gibi. Eczanenizde mesela, çalışanlar bir takım olabildi mi? Aynı hedefe doğru beraber
yürüyebiliyorlar mı yoksa birbirleriyle mi uğraşıyorlar ? Tıpkı aileniz gibi, çalışanlarınızın da nasıl
mutlu olduğunu , nasıl çalıştıklarını ,nasıl dinlendiklerini ve eğlendiklerini bilmeniz gerekiyor,
mutlu ve verimli bir iş istiyorsanız. Rakipleri de tanımanız lazım, güçlü yönleri neler, zayıf yönleri
neler? Sizin güçlü ve zayıf yönleriniz neler? “Ben şu konuda iyiyim ve bunu işimde
pazarlayacağım” diyebileceğiniz neler var ? Eczaneme gelen bir ev hanımı, bana instagramda
tarhana ve erişte sattığını, eczane olarak onu takip edip edemeyeceğimizi sorduğunda farkettim,
pazarlama sandığımızdan basit bir şey. “İlgilenir misiniz ?” diyorsun, bu kadar . Teklif var, ısrar yok.
Öneri var, satış yok. Sen sadece gösteriyorsun, tanıtıyorsun, tüketicin kimse ona “burada bunlar
var, biliniz” diyorsun. Neyi göstereceğini bilmek asıl konu. Orada da tüketicini tanıman
gerekiyor, (özellikle iyelik eki kullandım, tüketiciyi değil, tüketicini ) nelerden hoşlanır, neyi sever,
neyi sevmez, neler ilgisini çeker ? Senin tüketicinle benimki aynı olmayabilir, biz farklı insanlara
hitap ediyor olabiliriz, kime hitap ettiğimizi biz bileceğiz. . İşte kastettiğim” bilmek” böyle bir
şey. Bileceğiz. Eczane eczacılığı “bilmiyorum, ilgilenmiyorum” deme lüksümüzün olmadığı bir iş.
Benim tüketicim, bende olup onda olmayan bir şeyi arıyor, işte o aradığı şeyi bileceğim..
Bilmek demişken.
Birkaç şey daha var bilmemiz gereken.
Arka planda olup biteni, gölgeleri, ali cengiz oyunlarını, kimin kimi istemediğini ve bunun için neler
yapabileceğini, hakkınızda dönen dedikoduları, kimin sinirini bozduğunuzu da bilmeniz gerekiyor.
İnsanlar nasıl kaytarıyor, size nerede ve nasıl yalan söylüyor, sizi nasıl manipüle ediyor, iyi niyetler
nerede suistimal ediliyor? Madalyonun diğer yüzü. İyi, minnoş, tatlış bir dünyanın arkasında
yalanlar, ayak kaydırmalar, gizli gündemler olabilir. İçimizde İrlandalılar olabilir. Siz bilin, saf
olmayın, anlayın mevzuyu ve kime istiyorsanız yine ona güvenin. Farkında olmak, muazzam bir
güç. Bilmek, olağanüstü bir kart. O nedenle ülkelerin istihbarat servisleri var, yönetmek için önce
bilmek gerekiyor çünkü. Yönetilen değil de yöneten olmak için, bilmek gerekiyor.
Bir de haberi yokmuş gibi yapmak var.
Çocuğunun yalan söylediğini bilmesine rağmen bilmiyormuş gibi davranan anne babalar, eşinin
aldattığının farkında değilmiş gibi yapan kadınlar, birbirlerine her gün inanmış gibi yapan iş
arkadaşları… Bildiğini belli etse o insanı kaybetmeyi göze alması gerekecek, ya da açıktan
yapılanı kabul etmesi gerekecek, ikisini de yapmaya niyeti olmayan; bilmiyormuş gibi
yapıyor. Bilip de bilmiyormuş gibi yapmak, düzenin sağlandığı, sistemin yürüdüğü yer, insanları
gerçekten tanıdığımız ve gardımızı aldığımız yer. Evet düzen ve istikrar; doğrucu davutluktan, saf
özgürlükten önde oluyor bazen, keşke öyle olmak zorunda olmasaydı. Bu nedenle görmezden
gelme konusunda ustalaşıyoruz. Kendimizden çok ilişkileri korumaya çalışıyoruz. İlişkileri korumak
neden bu kadar önemli? Bir iş yürütecekseniz çünkü, ilişkilere ihtiyacınız var. Özellikle bizim gibi
duyguların mantıktan ileride olduğu , ilişkilerin yapılan işten önemli olduğu toplumlarda; insanlarla
“geçinmek” gerekiyor. Geçinmek derken, işimizde kimseyle can ciğer kuzu sarması olmak
zorunda değiliz, asgari müşterekte buluşalım yeter. Hukukta bile usül esastan önce gelir. İnsan
ilişkilerinde de saygı sevgiden önce geliyor. Sevgi saygıyı getirir mi bilmem ama saygı sevgiyi
getiriyor bunu biliyorum. İnsana saygı, yaptığımız işe saygı, kendimize saygı. Bu seviyede saygı
olunca geçinmek de çok kolay. “ Saygılı olmak” kalitenin turnusol testi diyebilirim, nezaket de
öyle. Kabul ediyorum, herkese ve her şeye saygı duyamayız ama saygı gösterebiliriz. İnsanlarla
geçinmek için çok çok basit bir şeyden sözediyorum; saygılı olacağız, sınırları ihlal etmeyeceğiz ve
kendi sınırlarımıza sahip çıkacağız. Kimsenin hakkını yemeyeceğiz ve kendi hakkımızı da
yedirmeyeceğiz. Kimseye saygısızlık etmeyeceğiz ve bize yapılmasına izin vermeyeceğiz. Bir konu
hem nasıl bu kadar basit ve bu kadar zor olabiliyor anlamış değilim. Toplum olarak saygı konusunu
çözemedik. Bir de ketumluk mevzuu var, ketum olmak üst düzey bir beceri, herkese nasip
olmuyor. Kendimiz, çevremiz ve bildiklerimiz konusunda bir miktar ketum olmanın hiç bir zararı
olmadığı gibi, insana kendini hem iyi hissettirdiğini, güçlü hissettirdiğini, hem de işe yaradığını
rahatlıkla söyleyebilirim. Hedefleriniz, özel hayatınız, kazancınız hakkında ketumluk her daim işe
yarar. Kendimiz, çevremiz, bildiklerimiz hakkında sessiz kalabilmek, yorum yapmadan nötr
kalabilmek, soğukkanlı ve hatta biraz duygudan yoksun olabilmek; bu tutumlar da insanı yönetilen
değil yöneten konumunda tutuyor . Yönetici bir bilinçte olmamız neden gerekli? Çünkü her şeyi
yönetiyoruz; zamanımızı, enerjimizi, paramızı, kendimizi, iş yaşam dengemizi. Yönetici bilinçte
olmak için ihtiyacımız olanlar ; biraz bilgi (kendimiz ve çevremiz hakkında), biraz ketumluk, biraz
duyguların esiri olmadan mantıklı ve sakin kalabilmek, biraz uyku, biraz egzersiz.
Acar Baltaş’ın “Hayatın Hakkını Vermek” isimli şahane kitabında anlattığı, “bilgelik zekası” diye bir
kavram var. Bildiğimiz zeka kuramlarının üzerinde bir yerde; duygusal zeka, sosyal zeka ve analitik
zekanın harmanlanmış hali. Toplumsal ve sosyolojik açıdan olayları çözdüğünüz, olaylara tepki
değil gerçek bir yanıt ürettiğiniz seviye..Acun Ilıcalı’ya bir röportajında hangi özelliklere sahip
insanlarla çalıştığını sordular. Şöyle söyledi; “aradığım ilk ve en önemli özellik muhakeme. Bir sorun
bana gelmeden nasıl çözeceğini biliyor mu, daha doğrusu neyi bana söyleyip neyi
söylemeyeceğini biliyor mu…”Aynı şey bizim için de geçerli, bir tv kanalı ve futbol kulübü
yönetmiyorum ancak benim de çalışanlarımda aradığım özellik bu. İnsanların sorun çözme
becerisine güvenmek istiyorum. Bütün yangınları ben söndüremem. O sorun çözülecek ama
benden bilgi saklamadan, etik ve yasal kurallar içinde, gönül alınarak, kimse küsmeden,
tereyağından kıl çeker gibi. Sorun çözme becerisi ve uzlaşma; başta perakendecilik olmak üzere
tüm sektörlerde en çok aranan özellik, teknik bilgi ve beceriden önemli çünkü bilgiye artık
heryerden ulaşıyoruz, beceri kazanmak da biraz uğraşla, biraz deneyimle mümkün. Ama uzlaşma
yetisi ve sorun çözme becerisi herkeste yok, sabır herkeste yok. Sonuca farklı yollardan da
ulaşabilme yetisi, gönül alma isteği, bunun için mesai harcama herkeste yok. Kendi çalışanlarımda
ve karşılaştığım heryerde duymak istediğim kelime “hallederiz”. Bayılıyorum bu kelimeye,
çerçeveletip duvara asacağım. Canım benim. Hallederiz diyen insanla çalışırım, onu eğitirim, işi
öğretirim, yetiştiririm, içimden gelir onunla yürümek. Bir de onu söylerken gözlerini kırpıyorsa,
kendinden emin bir şekilde gülümsüyorsa, içinden geliyorsa çözüm üretmek, o insan
kaybedilmeyecek yüce bir insandır, baş tacı yaparım. Çok şey bilmesi önemli değil, öğrenir,
içtenlikle öğrenmek ve çözmek istemesi önemli, çözüm odaklı, sakin ve uzlaşmacı olması önemli.
Bazen işlerin yürümesi meselesini öyle abartıyoruz ki, bilmiyormuş gibi yapmayı kendimize de
yapıyoruz. Yalanların en büyüğü ve anası; kendine yalan söylemek, çıkılmayan çukur . İş o noktaya
geldiyse, geçmiş olsun. İş kendine yalan söyleyerek düzeni sağlamaya geldiyse, yakındır hasta
olmanız, yakındır antidepresanlar, yakındır boşluk. Öyle bir boşluk ki onu sizden başka kimse
dolduramaz. O nedenle ,
İkinci altın kural : konu kendimiz olunca ne olursa olsun orada gerçeğe ihtiyacımız var,
dengemiz bozulsa bile. “Evet ben buradaki tersliklerin farkındayım ama şu anda buna sessiz
kalıyorum, şu anda çıkarlarım bunu gerektiriyor, şu anda hayatımın alt üst olmasını tolere
edemeyeceğim için idare ediyorum” diye kendinize itiraf edeceksiniz, eğer çekip gidemiyorsanız.
Evet tam olarak bahsettiğim dürüstlük bu. Bu kısmı böylece kendinize itiraf ettiğinizde bile,
dürüstlük sınırları içinde kaldığınız için; gerçekte kaldığınız için, sadece bunun için bile bir seviye
atlamış oluyorsunuz. Bu seçimden sonra kendinize saygı duyup duymamak sizin bileceğiniz iş
çünkü konunun geri kalanı değerlerinizle ilgili. Biz önce bi gerçekte kalalım, sonra değerlerimize
uygun mu değil mi bakarız, gerçekte kalmazsak ona da bakamıyoruz, sahte bir dünyada -mış-
gibi- yaşıyoruz.
Bir insanın hayattaki en temel ilişkisi : kendiyle olan ilişkisi, işte orada patlıyor olay, orası sağlam değilse, hiçbir yer sağlam olamaz. Evet önce sağlam zemin, önce ayaklarımızın yere basması, önce güvenlik, önce hayatta kalmak, evet Volvo seviyorum ben arabada, yola çıkacaksam, hız yapacaksam güvende olmalıyım. Hayatta beni güvende hissettiren ve dik durmamı sağlayan şey de, ne kadar acı olursa olsun kendime gerçeği söylemek . Bu gerçekle ilgili üç seçeneğim var;
Kabul edebilirim.
Değiştirebilirim.
Terk edebilirim.
İşte bu kadar basit, ve de zor.
Önce bir seçim yapıyoruz, bu seçimi neden yaptığımızı ANLIYORUZ ve bu seçimden sonra
kendimizden hoşnut olup olmadığımıza bakıyoruz. İşte bütün mesele bu. Hoşnutsak ne ala, hoşnut
değilsek yeni bir seçim aramaya başlıyoruz. Seçenekler ve yeni yollar aramaya başlıyoruz. Bu
arada, dünya üzerinde hiç kimsenin her seçiminden tamamen hoşnut olması gibi romantik bir
hayalden bahsetmiyorum. Bu mümkün değil, her zaman içimizde çelişki olacak, her zaman..
Büyük hikayeler, iyi romanlar, iyi filmler hep bu çelişkilerden çıkmıyor mu zaten. Çelişki gelişmemiz
ve hikayemiz için gerekli.
Çelişki olabilir; savaş olmasın, kavga olmasın, yalan olmasın yeter ki. Kendine yalan söyleyeni
kurtaracak kimse yok dünyada, o kendi ipini çekmiş oluyor. Savaşların da kazananı yok, kavga
etmenin de insanı bir yere taşıdığı yok. Uhuletle ve suhuletle, kendimizi ve seçimlerimizi anlayarak,
acıları inkar ederek değil içinden geçerek, çelişkileri kabul edip çözerek ilerleyeceğiz. Kolay
olmadığını biliyorum.
Ama sorun değil.
Hallederiz.