Hayat kontrol edemeyeceğimiz deneyimlerle doludur. İyisiyle kötüsüyle, zoruyla kolayıyla birçok durumla karşılaşırız. Her deneyim bize bir şey öğretir ve zamanla öğrendiklerimiz davranış pusulamız olur. Kendimize roller giyer, durumları o gözlükle tanımlarız. Her deneyimi kendi klasörü altında toplarız. Ve belli bir süre sonra otomatik pilotumuz devreye girer, artık olana bitene dikkatlice bakmak yerine, yaşadıklarımızı öncekilere benzeyenler klasörüne atmaya başlarız. Örneğin, işler kötü gittiyse, olumsuz deneyimi, kendimiz ya da durumla ilgili olumsuzluk başlığı altına etiketleriz. Ve aslında gerçekten hangi klasörde olmalı düşünmeden, değerlendirmeden, seçimler yaparız. Bu durum öğrenilmiş çaresizlik olarak tanımlanır. Olumsuz deneyimler ve durumlar karşısında sonucu değiştiremedikçe, artık değişim için çabalamamaya, başka bir yönden bakmamaya, durumun olumsuz tanımını asıl gerçeklik olarak kabul etmeye başlayan halimizdir öğrenilmiş çaresizlik. Doğuştan gelmeyen ancak zamanla içselleştirdiğimiz ve deneyimlerle beslenen, güçlenen inançlar, tam da bu yönde bir zihin alışkanlığımız halini alır.
Peki, olumsuzu genelleyen parçamız aynısını olumlu için de yapamaz mı? İçimizden geçen ‘bu hep böyle sürecek’ sesi, ’bu geçici’ diyen ve kendimizi yatıştıran sesle değişemez mi? Güzel olan şudur ki, hayatın belirsizliği karşısında, objektif ve hatta iyimser bir seçim yapmak öğrenilebilen, pratikle geliştirilebilen bir beceridir. Ve bu ‘Öğrenilmiş İyimserlik’ olarak tanımlanır. Yaşam boyu geliştirdiğimiz anlamlandırma ve değerlendirme biçimimize esneklik kazandırarak, zihnin bu olumluluk kasını güçlendirebiliriz.
Olaylara verdiğimiz anlam değiştikçe, olayların bizim ve yaşamımız üzerindeki etkisi de değişir. Çünkü hayat değil, hayata nasıl baktığımız bizi şekillendirir. Bilmemiz gereken en önemli nokta yaşam deneyimlerimizi nasıl yorumladığımızın ve iç dünyamızda neye alan açtığımızın bizim kontrolümüzde olduğudur. Dolayısıyla zihin alışkanlıklarımızı yönetebilmek de yine bizim elimizdedir. Peki öğrenilmiş iyimserlik nasıl kazanılır, nasıl bir yolla bu zihinsel kaslar geliştirilir derseniz; tam bu noktada zihnimizin şu üç alışkanlığına bakmamız gerekir.
Öncelikle durumları geçici mi, yoksa kalıcı mı olarak değerlendirmeye yatkınsınız? Başınıza bir olay gelince ‘bu hep böyle olacak’ diye mi yorumlarsınız, yoksa ‘bu geçici’ diye mi değerlendirirsiniz? Bir diğer nokta, olanı biteni ne kadar genellediğinizdir. Olumsuz bir durum karşısında o durumu yaşamınızdaki ‘Her şey kötü’ olarak mı, yoksa ‘sadece bu alanda işler yolunda gitmedi’ mi şeklinde ele alırsınız? Üçüncü ve en önemli noktaysa, olanları ne kadar kişiselleştirirsiniz? Durumları direkt ‘ben eksiğim’ gibi kendinizle mi eşleştirirsiniz yoksa ‘durumlar yapabilmeme elvermedi’ gibi konuyu açık alana mı çekersiniz?
Bir durumla karşılaştığımızda zihnimizde onunla ilgili uzun zaman deneyimleriyle yerleşik hale gelen inançlar yani otomatik düşüncelerimiz belirir. İşte bu inançların içeriği, duygu ve davranışlarımızı belirler. Bu inançlar zihnimizde filtreleri oluşturur ve bu filtreler de olanı bazen olduğu gibi değil farklı görmemize neden olur. Zihnimizdeki çarpıtmaları, deneyimlerimizi nasıl yorumladığımızı yani zihnimizdeki ‘açıklayıcı stili’ fark etmek ve arkasından ‘bu gerçek mi yoksa benim yorumum mu?’ diye sorabilmek, durumu nötr ve açık alana çekebilmemizi sağlar. Bu da içinde bulunduğunuz durumla iç içe geçmemizi önler.
Dikkat etmemiz gereken; yaşamda zorlandığımızda kendimizle nasıl konuştuğumuzdur. Hangi cümleleri kurarsınız kendinize? Bunlar size kendinizi nasıl hissettirir? Durumun salt zorluğunu hafifleten mi yoksa daha ağırlaştıran yapıda mı olur genellikle bu sözler? Kendimizle dost gibi mi konuşuruz yoksa bazen düşman gibi mi? Öğrenilmiş iyimserlik, gereksiz olumlu bakış ya da zehirli pozitiflik değildir. Gerçekçi ve yaşam mücadelesinde devam edebilmek için yapıcı, iyimser, şefkatli ve nötr bir yaklaşım içerisinde olmaktır. Sürekli tekrarlanan bu farkındalıklı yapı, bir süre sonra olumlu otomatik pilota bırakır kendini. Bu da çok daha tatminkar bir yaşam, güçlü bir bağışıklık sistemi ve fizyolojik, psikolojik açıdan sağlığı getirir beraberinde.
Bazen değişim büyük kararlarla gelmez. içimizdeki bir cümlenin değişmesi, bir küçük farkındalık; arkasından değişen tüm zihin yapısını getirir. Yaşam ‘mutlu olmalıyım’ inancı üzerine kurulmaz, zorluğun tam ortasında kendimizle kalma kapasitesi yaratmak yaşamdaki tatmini belirler. Her şey karışıkken bile kendimize, ‘ben bu durumun içinde kaybolmak zorunda değilim, geçici, zaman vereceğim, alan açacağım ve geçecek’ diyebilmektir. Yargı yerine farkındalıkla; korku, kaygı yerine şefkatle yaklaşmak, zihinsel ve duygusal dayanıklılığımızı geliştirir. Yaşam ellerimizde, bakış şeklimizde, seçimlerimizdedir; tam da bu yüzden iyimserlik, kontrol edilemeyen hayatı kontrol edebilmek değil; kendimizi yönetebilmektir.

