Eczacılık bir kırılma, bir kabuk değişimi yaşıyor sanki, zamana yayılmış, küçük değişimlerin ufak ufak üzerimizden geçtiği bir değişim. Hem maddi hem manevi olarak tükendiğimizi üzülerek dile getirmek zorundayım. Bu bağlamda yaşadığımız şeyin bir değişimden çok dönüşüm olduğunu söyleyebiliriz. Eski usül çalışma sistemimizle bu işin yürümeyeceğini görüyoruz; yeni bir bilinç lazım. Her şey tıkandığına bilincin değişmesi işleri çözer. Sadece ilaç satıcısı konumunda şu anki sorunları aşamıyoruz. Evet doğru. Ancak farklı bir seviyeye geçersek, işi sürdürebileceğiz. Şu anda kimler para kazanıyor? Bir konuda uzmanlaşanlar, üretim yapanlar, bir konuda bilgi sahibi olup eğitim verenler, eşsizliğini işiyle birleştirenler, bizim işte yasak olmasına rağmen; sosyal medya fenomenleri. Yani halen çalışarak, üreterek para kazananlar var. Yirmi üç yıllık eczane deneyimimde şunu rahatlıkla ifade edebilirim : kimseye zorla bir şey öğretemez ve kimseyi zorla çalıştıramayız. Gönül rızasını kazanmamız gerekir. Öğrenmek ve çalışmak ; bu ikisi işimizin olmazsa olmazıdır ve ikisi için de gönül rızası gerekir. Zorla güzelik ve satış olmaz, olsa da tekrarı olmaz.
Eczane toplum sağlığına açılan bir kapıdır ; herhangi bir perakende zincirinden farklı olarak; sorumluluklarımız var, omzumuzda bir rütbe gibi taşıdığımız; danışılan kişi olma sorumluluğu. Eczacılık fakültesinden mezun olunca otomatik yükleniyor ; hatta daha mezun olmadan. Eczacılık okuduğunu söyleyen bir gence bile, ailesi ve yakınları sağlığı ve ilaçları hakkında sorular soruyor; otobüs, uçak ya da trende yanımıza oturan kişi, taksi şöförü, gittiğimiz kuaför -farketmez- sorarlar o zamanki gündemlerini. Güzel bir şeydir bu, danışılan kişi olmak, sadece yorabilir ve doğru bilginin sorumluluğunu taşımak gerekir. Eczacı da eczane de toplumsal bir güçtür bu açıdan. Bir network eğitiminde , Ayşe Aslan; şöyle demişti;
“Kendinizi her zaman danışılacak kişi olarak konumlandırın ”
Ayşe hanımın verdiği eğitim eczacılıkla ilgili değildi, iş hayatında kendi ilişki ağımızı oluşturmanın inceliklerini anlatıyordu. Tüm dünyada iş hayatı için en önemli şey; eğitimden bile önce geliyor; kimi tanıdığımız, kimlerle ilişki kurduğumuz. Bizim ülkemizde ise duygular ve ilişkiler çok çok ön planda, network bizim için daha da önemli, çok önemli, acayip önemli. Kaliteli bir ilişki ağı her kapıyı açar, o kapıyı açmak için işte, o ilişki ağı için, doğuştan torpilli değilseniz, “danışılan kişi” olmak gerekiyor. İş hayatında iyi bir itibar için, işini iyi yapan güvenilir insanları tanımak için; önce bizim öyle olmamız gerekiyor. Şampiyonlar ligine girmek gerekiyor yani, biz iyi olunca, iyilerle tanışıyoruz. Eczane için stratejik düşünürsek de, bize düzenli gelen hastalar için, o hastaların bizi diğerlerine tavsiye etmesi için; biraz bilgi ve deneyim havuzu lazım, temiz bir havuz. Düzenli olarak temizlenen ve yeniden doldurulan bir havuz. Hem hastalıkta hem sağlıkta danışılan kişi olmak, çocuğunun üniversite ve bölümünü danışan anne babadan tutun da, ev ve araba alırken, hisse alırken, hafta sonu gezisi için, iyi bir restoranda yemek yemek için, gündelik konular da olabilir / hayati konular da, danışılan kişi olmak; işimize yarıyor, bizi sosyal statüde yukarıda tutuyor. Hayatın tamamında var olan bir “danışmanlık” hali, bize, çok şükür ki doğal olarak yükleniyor. Danışılan kişi olmayı itebiliriz de, sahiplenebiliriz de. Bazıları insan sevmez, hatta insanlardan nefret eder, insanlar yorar çünkü, insanla uğraşılan işler yorucudur, kabul ediyorum. Dünya üzerinde hangi araştırmaya bakarsanız bakın aynı şeyi görürüsünüz; tükenmişlik sendromu yaşayan meslek grupları; insanla iç içe olmayı ve onları hoşnut etmeyi gerektiren meslek grupları olur. (Ama yalnızlık da hem depresyon hem de hastalık sebebidir, onu da belirteyim) Danışılan kişi olmakta sorun yok, orası kolay, ama bizim işimizde bir de “memun etme” kısmı var, asıl o zorluyor, işin devamı için geleni memnun göndereceğiz, işini göreceğiz, zaten sorunlarla – hastalıkla- stresle gelmiş; onu hafiflemiş olarak göndereceğiz, evet burası zorluyor ve bu da işimizin bir parçası. Bazen bir hayat hikayesi dinleyeceğiz, bazen gündelik dertlere ortak olacağız, işini kolaylaştıracağız, çok bekletmeyeceğiz, bekletiyorsak düzgün bir açıklama yapacağız, ilaçlar karşılanmıyorsa sebebini tane tane anlatacağız, her zaman tatlı ve güler yüzlü.. İşte burası zorluyor bizi, danışılan kişi olmakta sorun yok; o bilgi birikimi ve hayat tecrübesi zaten doğal olarak oluşuyor da; memnun gönderme kısmında sıkıntı var. Orada kendimize ait bir sınır olmalı, içeride bir yerde karar verdiğimiz, şu olursa artık devam etmeyeceğim, şurda hayır diyeceğim, şurda hastayı kaybedersem artık üzülmeyeceğim dediğimiz bir sınır olmalı. O sınır net olduğunda ve
bizim karakterimizle ve dünya görüşümüzle uyumlu olduğunda gönül rahatlığı ile işimize devam edebiliriz. O zaman danışılan kişi olmanın yükü hafifler ve hatta keyif almaya başlanır. Çok insan tanımak, farklı sektörlerle tanışmak, eşsiz bir hayat tecrübesidir aynı zamanda. İyi güzel de, danışılan kişi olmanın bir de “bilgiyi güncelleme” sorumluluğu var. Yaşam boyu öğrenen olmak gerekiyor yani. Nereden, nasıl öğreneceğiz? Daha doğrusu, herhangi bir şeyi nasıl öğreneceğiz, biz nasıl öğreniyoruz? Buralar önemli, kendimizi tanımamız lazım. Mesela ben okuyucu değilim, dinleyiciyim, dinleyerek öğreniyorum. Okumayı da severim ama orası öğrenmek için değil de keyif almak için tercih ettiğim bir alan. Mecbur kalırsam hem okuyucu hem dinleyici de olabilirim ama ilk tercihim öğreneceğim şeyi şehirde güzel bir yürüyüş yaparken mesela, kulağımda kulaklıkla dinleyerek öğrenmektir ya da bir arkadaşımla konuyu istişare etmektir, üzerinde konuşmaktır, ondan dinlemektir. Ben bu şekilde okuduğumdan çok daha fazlasını öğreniyorum. Bazıları da masa başına geçiyor, okuyor, yazıyor, altını çiziyor, not alıyor ; özet çıkarıyor. Yalnız kalmaya ve dikkatle okumaya, odaklanmaya ihtiyaç duyuyor. Yöntem ne olursa olsun en temeldeki gerçek aynı; öğrenmek dediğimiz şey için gönül rızası gerekli ve yöntemleri o kişiye özel. Eczanede çalışanlarıma bugüne kadar bir çok konuda eğitim verdim, gerçekten öğrenmek isteyen ben eğitim vermesem de bir yolunu bulup öğrendi, öğrenmek istemeyen de ben ne yaparsam yapayım , kendimi de parçalasam öğrenmedi, öğrenemedi, öğrenmek istemedi ya da öğrense dahi bunu hayata geçiremedi. Öğrenmek ve çalışmak her ikisi için gönül rızası gerekiyor çünkü. Ve eczane eczacılığı için de öğrenmek ve çalışmak gerekiyor. Danışılan kişi olmak için de öğrenmek ve çalışmak gerekiyor. Öğrenmek ve çalışmak için, emek vermek gerekiyor. Kendimizi tanıma emeği, diğerlerine yardımcı olma emeği, bilgiyi güncel tutma emeği. Biz eczacılar bir de öğretmekle yükümlüyüz. Yanımızda çalışanlara öğretiriz, hastalara öğretiriz, bizden sonra bu işi yapacak meslektaşlarımıza öğretiriz. Öğretmeyi beyaz tahta başında ders anlatmak gibi düşünmeyin, hayatın içinde öğretiriz. Kendiliğinden akar çoğu zaman. İnsanlar birbirinden öğrenir çünkü. Sorumluluğumuz, bizimle çalışanları eğitmek, ve bir sonraki nesli bu işe hazırlamak. Son tüketiciyi eğitmek ve sağlığını korumak, tedavi etmek. İnsan sağlığı için daha çok sorumluluk almak ve taşın altına elimizi koymak.
Reçete karşılamak dışında hangi alanlarda danışmanlık ve bilgi hizmeti için kendimizi güncelleyip daha çok sorumluluk alabiliriz bir bakalım:
– Güvenli ve etkili takviye kullanımı
– Cinsel sağlık
– Ağız ve diş sağlığı
– Sigara bırakma
– Egzersizi bir yaşam biçimi haline getirme
– İlaç kullanımı / yönetimi / tedavi izlemi
– İlaçların saklanma koşulları
– Son kullanma tarihi dolan ilaçların imhası / çevreye duyarlılık
– Aşı uygulamaları
– Doğum kontrol yöntemleri / aile planlaması
– Kilo verme
– Sınav stresi
– Anksiyete ve kaygı yönetimi
– Kronik hastalıklarla yaşamayı öğrenme
– İnsülin kullanımı
– İlk yardım uygulamaları
– Tansiyon ve şeker ölçümü hakkında cihaz kullanımı / teknik bilgi
– İnhaler ve diğer cihazların kullanımı
– Hamile ve emzirenler için ilaç danışmanlığı
– Cilt tipine uygun ürün danışmanlığı
– Estetik uygulamalara hazırlık ve sonrası için destek
– Yaşlılar için ilaç kutusu düzeni / doz takibi
– Evde bakım ürünleri ve ekipman kullanımı
– Doğal afetlerde sağlık bilgilendirmesi
– Bağışıklık desteği
– Bağırsak sağlığı
– Uyku sağlığı
Kendimizi danışman olarak konumlandırdığımızda artık paradigma değişir ve biz başka şeyler konuşuruz. Bilgisine ve deneyimine güvendiğimiz insanları ve uzmanları hayatımızda ve etrafımızda tutmak isteriz çünkü. Eczacılık mesleğini toplumda “danışılan kişi” olarak konunlandırabilirsek , daha çok imkan ve ihtimal mümkün olur. İşte o mümkünlük için, dönüşüm gerekli. Ben daha iyi bir hayatı hak ediyorum, bunun için vermem gereken emeği vereceğim dedirten içten-kalpten bir dönüşüm. Zorla kimse kimseyi dönüştüremiyor maalesef, içimizden gelecek. Mesleğe ve danışman kimliğe sahip çıkmayı içeriden bir yerden, gönülden isteyeceğiz.
Bir insanın kendi işinin sahibi olmasının avantajları ve dezavantajları vardır, maaşlı çalışmanın da. Kendi işinizin sahibi olduğunuzda çalışma saatlerini siz belirlersiniz, birlikte çalışacağınız insanları siz seçeresiniz, kazancınız kendinize bağlıdır, yeteneklerinize, çalışkanlığınıza, hayat görüşünüze bağlıdır. Son söz sizdedir. Ama ayın başı geldiğinde maaş ödemek zorundasınızdır, tüm giderleri karşılamak zorundasınızdır, ödenecek çekler, senetler varsa nasıl ödeneceği sizin sorumluluğunuzdadır. Suçlayacak kimse yoktur, aldığınız risklerin karşılığını çatır çatır yaşarsınız. Maaşlı çalışanın da avantajları ve dezavantajları vardır. Mesai bittiğinde kafası özgürdür, işyerine ait ödenecek senetleri düşünmek zorunda değildir, eline geçecek para bellidir, saatini ve alacağı parayı bilir, tatilini bilir, iyi bir düzenleme ve ayağını yorganına göre uzatmayla güvenli bir hayat yaşabilir. Tatillerin tadını çıkarabilir. Ama pazartesi sabahı saatinde işe gelmek zorundadır, çalışma arkadaşlarını seçemez, iş sahibinin kurallarıyla çalışmak zorundadır, sınırların dışına çıkamaz. Bir iş seçerken ikisinin artılarını ve eksilerine bakar, hangisi işimize gelirse onu seçeriz (seçme özgürlüğümüz varsa tabii). Eczane eczacılığına bakacak olursak, güncel haliyle söylüyorum; her iki tarafın da dezavantajlarını yaşarız. Kendi işimizin sahibiyizdir ama onu yönetirken kuralların dışına çıkamayız. Senet imzalayarak risk alırız, işletme ve çalışan giderlerini sırtlanırız, ama bunu belli çalışma / sistem / nöbet kurallarına uyarak yapmak zorundayızdır. Çoğu zaman tatile gidemeyiz, gitsek de telefonu kapatamayız, bir tatil zihin durumuna ne yaparsak yapalım geçemeyiz. Kendi işimize sahip olmanın tüm dezavantajları ve maaşlı çalışan birinin tüm dezavantajları bizimledir. Bir ”otorite” vardır, sürekli de değişir o, söylemleri değişir, o söylemleri takip ederiz; işimizi yaparken bize izin verilenleri ve izin verilmeyenleri günlük olarak takip etmemiz gerekir. İşveren olmanın tüm yükünü stresini taşırız ama o kadar da para kazanmayız.. Belki bundan otuz yıl önce de tam tersiydi , her iki tarafın da kaymağını yiyorduk belki, öyle de olabilir, o zamanlara yetişemediğim için bilmiyorum. Aynı şekilde , işin maddi boyutunu geçtim, manevi boyutunda da sıkıntılarımız var. Çalışanlarımız bizim kadar çalışmak istemiyorlar ya da bizden çok farklı bir emek verme anlayışları var, hastalarımız ve insanımız eskisine göre daha tahammülsüz ve mutsuz gibi, bilemiyorum, belki bana öyle geliyordur. Tüm bu dezavantajlarına rağmen eczane eczacılığının halen, kendim için bir çok açıdan bana en uygun iş olduğunu düşünüyorum. Güzel, estetik, temiz bir ortamda ; hem yöneticilik hem esnaflık yaptığımız, istediğimiz zaman bir köşeye çekilip dinlendiğimiz, bilgimiz ve emeğimiz ölçüsünde para, saygınlık ve itibar kazandığımız bir iş. Hala bunca dezavantaja rağmen, vazgeçemiyoruz. Vazgeçmemek bir dönüşüme ihtiyacımız olduğu gerçeğini değiştirmiyor tabi. Bir oyun değiştirici lazım; bir paradigma değişikliği. Kimliğimiz ilaç satıcısı değil de sağlık ve yaşam tarzı danışmanlığı olduğunda, bu bakış açısının bir çok şeyi kökten değiştireceğini düşünüyorum. Kendimizi nasıl konumlandırdığımız bizim elimizdedir, bu hep böyleydi. Bazen bir şeylerin değerini tam elimizden kaçmak üzereyken fark ederiz.Lütfen bu sefer kaybetmeden fark edelim. Gönülden çalışarak ve gönülden öğrenerek, bu cendereden çıkabiliriz, zira halen en güvenilir meslekler arasındayız, iş halen yapılabilir durumda, hala şansımız var.
Ancak ve ancak, öğrenirken, gelişirken ve çalışırken bazı tuzaklara düşmemek gerekiyor. İçinde yaşadığımız kültür bize sürekli “asla yeterli değilsin, her zaman daha iyi olmalısın, boş durmamalısın, sürekli çalışıp üretmelisin” mesajı veriyor.Eimizden geleni yapsak bile, bombardıman devam ediyor. Bin tane rutin yüklendi bile şu anda. Üstelik etkisi artarak devam eden “herkesin bu hayatta yapması gereken bir şey vardır, sen ne için geldin bu dünyaya onu bulacaksın” gibi varoluşsal bir yerden de türlü türlü söylemler oluştu. Herkes içerik üretiyor, herkes podcast çekiyor, herkes kitap yazıyor, herkes sosyal fenomeni. Gerçekten böyle olmak zorunda mı? Hepimiz bu denli “girişimci” olmak zorunda mıyız mesela ? Sürekli öğrenip, gelişip, rekabet edip başarımızı sosyal medyada ispatlamak zorunda mıyız? Sizce de çok zorlama ve çok amerikanvari değil mi? Sakin sakin, işimize gücümüze bakıp o yolda öğrenip gelişemez miyiz güzel kardeşim?. Sistem bize öğrenmeyi, gelişmeyi ve çalışmayı yüklüyor doğru, ama kapitalizme hizmet edecek bir yerden yapıyor bunu. Bu böyle olmak zorunda değil. Yırtınmadan da, sadece “değer üretmeye” odaklanarak, insani bir yerden, kendi hayatımızı sakince yaşayarak da bunu gerçekleştirebiliriz çok şükür. Ekstra gaza gerek yok. Hayatlarımızı instagram üzerinden estetize ederek kendimizi ispatlamak zorunda değiliz.
Kendimize saygı duyarak işimize emek vermek üzerine, daha çok bağ kurmak ve daha çok öğrenmek üzerine çalışalım. Bağ kurarken öğrenelim, kendimizi ve diğerlerini geliştirelim, büyütelim. Rekabetle değil işbirliği ile, insani bir yerden ve eczanelerimizi sisteme yem etmeden, yok olmadan dönüşelim artık.
Lütfen…

