1960’larda hippilerin yani çiçek çocuklarının keyif verici maddesi LSD (Lizerjik Asit Dietil Amid)’nin öyküsü orta çağda başlar.
Orta çağda “Kutsal ateş” ,“Aziz Antuan ateşi” gibi isimler verilen bir hastalık salgınlar halinde binlerce ölüme neden olmuştur. Bu salgınların nedeni Claviceps purpurea mantarının çavdar başakları üzerinde yaptığı, çavdar mahmuzu (Secale cornutum) denen oluşumların una karışmasıdır. Tahıl öğütülürken bu oluşumların una karışması ve bu unla yapılan ekmekten yiyenlerde halusinasyon ve gangren sonucunda el, ayak gibi uzuvların kaybedilmesi, hatta ölüme kadar giden zehirlenmeler görülmüştür. Binlerce kişinin hayatını kaybettiği bu salgınların nedeninin hastalıklı çavdar unu olduğu ancak 18.yüzyılda anlaşılmıştır. Beslenme şeklinin değişmesi ve tarımın gelişmesiyle hastalık zamanla ortadan kalkmıştır.
Günümüzde bu zehirlenmeye ergotizm adını veriyoruz. İki tip ergotizm tanımlanmaktadır: gangrenöz tip ve konvulsiv tip. Gangrenöz tipte çavdar mahmuzunun damarlarda yaptığı aşırı kasılma sonucunda el ve ayak gibi uzuvlarda gangrenler oluşur. Konvülsiv ergotizmde ise halusinasyonlar görülür.
Tarihte toz halde çavdar mahmuzu ebeler tarafından doğumu kolaylaştırmak için 17. yüzyılda kullanılmıştır. Yüksek dozda kullanımının doğum sırasında ölümlere ve ölü doğumlara neden olması sonucunda 19. yüzyılda sadece doğum sonrası kanamaları durdurmak için kullanılmasına izin verilmiştir.
19.yüzyıl başından itibaren çavdar mahmuzunun kimyasal bileşimi araştırılmaya başlanmıştır. Çavdar mahmuzundan ilk aktif bileşik 1905 yılında Londra’da Welcome araştırma laboratuarında George Barger, Francis Carr ve Henry Dale tarafından elde edilen ve bir alkaloit karışımı olan ergotoksindir. İsviçre’de Sandoz laboratuarında çalışan Arthur Stoll ise 1920 de ergotamini izole etmiştir. 1932 yılında Londra’da John Chassar Moir çavdar mahmuzu sulu ekstresinin uterotonik etkisi olduğunu göstermiştir. Üç yıl sonra da Harold Dudley ile birlikte uterotonik etkiden sorumlu olan ergometrini elde etmişlerdir.
Bu arada ergometrinden daha kuvvetli etkide bileşikler bulmak amacıyla Sandoz laboratuarında Albert Hofmann lizerjik asit türevlerinin yarı sentezi üzerinde çalışmalar yapmaktadır. 16 Nisan 1943 günü Albert Hofmann çalışırken kendini tuhaf hisseder ve çalışmayı bırakıp evine gider. Değişik bir yorgunluk ve baş dönmesi ile evde uzanır, kendini sarhoş gibi hissetmektedir. Biraz sonra renkli hayaller görmeye başlar. İki saat sonra bu etkiler geçer. Hofmann üzerinde çalıştığı lizerjik asit amidlerinden biriyle zehirlendiğini tahmin ederek sonraki günlerde araştırmalarını bu bileşikler üzerinde yoğunlaştırır. İşte bu şekilde lizerjik asit dietilamid yani LSD ortaya çıkmıştır.
Hofmann bu bileşiğin çok düşük dozda bile çok aktif olduğunu farkederek 19 Nisan 1943’te asistanın eşliğinde zabıt tutarak kendisi üzerinde deney yapar. Bu deney LSD’nin çok alışılmışın dışında özellikleri olan psikoaktif bir madde olduğunu gösterir.
LSD Zurich psikiyatri kliniğinde sağlıklı deneklerde ve şizofrenlerde denenmeye başlar. LSD’nin analitik psikoterapiye uygulanması, psişik gevşeme getirmesi nedeniyle mümkündür. LSD altındaki hastaya ulaşmak daha mümkün olmaktadır, saplantılar ortadan kalktığı için. LSD doğrudan bir ilaç gibi davranmaz, psikoterapik veya psikanalitik tedavilere yardımcı olur, bu tedavileri daha etkin kılar ve böylece tedavi süresi kısalır.
Nevroz, psikoz ve depresyon, anksiyete, obsesyon ve alkolizmin tedavisinde yaklaşık 40 bin kişi bu yolla tedavi edilir.
On yıldan fazla süren bilimsel araştırmalar ve tıbbi uygulamalardan sonra LSD’nin keşfi, 1960’larda özellikle ABD’de uyuşturucu olarak kullanılmaya başlamasıyla gölgelenmiştir.
Nisan 1966’da Sandoz bir Basın Bildirisi yayınlamak zorunda kalır:
“Özel olarak araştırma amacıyla kullanılan psilosibin ve LSD 25 sevkiyatı askıya alınmıştır. Sadece ABD değil tüm ülkeleri kapsamaktadır. Ne LSD 25 ne de psilosibini hiçbir zaman piyasaya çıkarmamış olmamıza rağmen özel durumlar bu tedbirleri almamızı gerektirmiştir.” 1966 yılında Amerikan Hükümeti, LSD’yi yasaklar. Diğer ülkeler de ABD’yi izler. 1970 yılında LSD araştırmaları tamamen durdurulur.
Günümüzde LSD üzerindeki klinik çalışmalar yeniden başlamış olup, LSD’nin özellikle alkolizmde psikiyatrik semptomları azaltmada terapötik potansiyeli ortaya konmuştur, alkolizm tedavisinde kullanımına ilişkin bugüne kadar elde edilen kanıtlar oldukça güçlüdür.
Son yıllarda psikedelik bileşiklerin ruh halini düzenleyici özellikleri üzerine yapılan birkaç ümit verici çalışma, LSD’nin depresyonu azaltabileceğini ve ölüm korkusunu azaltabileceğini ortaya koydu. LSD’nin hastanın zihin durumunu değiştirmesinin yanı sıra, bireyin fizyolojik gerçekliğine ilişkin algısını da dönüştürdüğü görülmektedir.
Çift kör, randomize, plasebo kontrollü bir çalışma, yaşamı tehdit eden bir hastalığı olan hastalarda anksiyete ve depresyon tedavisinde LSD’nin destekli psikoterapideki etkinliğini göstermiştir.
Gelecekte daha çok çift kör, randomize ve plasebo kontrollü klinik çalışmalar yapılması psikedeliklerin doktor kontrolü altında daha güvenli kullanımını sağlayacaktır.
Çavdar başakları üzerinde çavdar mahmuzu
Albert Hofmann ve elde ettiği LSD molekülü
Albert Hofmann: 1906 yılında doğan Albert Hofmann uzun yıllar Basel’de Sandoz laboratuarında çalışmış ve indol alkaloitleri üzerinde araştırmalar yapmıştır. 1950’lerde Güney Amerika’nın halusinojen bitkileri Rivea corymbosa ve Ipomoea purpurea ‘dan lizerjik asit türevleri ve Meksika’nın halusinojen mantarları Psilocybe türlerinden gene bir indol bileşiği olan psilosibin elde etmiştir. 2008 yılında 102 yaşında ölmüştür.
LSD bir etiket üzerine emdirilerek, ve bu etiket dil üzerine konularak kullanılıyordu.
Albert Hofmann LSD’yi keşfiyle ilgili bir kitap yayınlar ve kitapta şöyle bir açıklama yapar:
“Bu yeni bileşiğin farmakolojide, nörolojide ve özellikle psikiyatride çok faydalı olacağının ve uzmanların ilgisini çekeceğinin farkındaydım.
Ama günün birinde tıp dünyası dışında, toksikoman ortamlarda uyuşturucu olarak kullanılabileceğini, o dönemde hayal edemezdim.
Kendim denemiş olmama rağmen LSD nin bir gün keyif verici olarak kullanılabileceği kesinlikle aklıma gelmemişti.”
Kaynaklar:
- Afife Mat, Bitkiden İlaca Hepsinin Bir Öyküsü Var, Pharmavision Kültür Yayınları, İstanbul, 2012.
- Afife Mat. Geleneksel Tedavilere Yeni Bir Bakış Açısı. Ömür Demirezer, editör. Farmakognozi ve Fitoterapide Yenilikçi Yaklaşımlar. 1.Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2025.

