“Kaderini sev, belki seninki en iyisidir” Nietzsche
Bir insanın en büyük sorumluluğu, kendini bilmek , kendini tanımak. Güçlü ve zayıf yönlerini
bilmek, hatta onlara hakim olmak, ne istediğini bilmek , hatta bu konuda tutku sahibi olmak. Neyi
istemediğini bilmek ve sınır çizmek. Sınırlar hayati önemi haiz bir konu, hem bizi zarar görmekten
koruyor hem de bizim başkalarına zarar vermemizden.O nedenle ülkelerin sınırları tanımlı.
Savaşlar sınırlar aşılınca başlıyor.
İnsan ilişkilerinde de böyle . Belli düzeyde kafa rahatlığı için sınır gerekli. Sınırların seviyeleri var; bir hastane acil servisinde olduğu gibi ; kırmızı alan, yeşil alan, sarı alan. Trafik ışıklarındaki gibi. Kırmızı çizgiler “burada duracaksın kardeş” demek. Yeşil çizgiler daha ılımlı, sarı çizgiler daha tolere edilebilir. Büyüdüğümüz kültürde ne güçlü yanlarımız keşfetmeye, ne de sınır çizmeye yönlendirme olmadığı için, çoğu yetişkin buraları kendi çabası ile inşa ediyor, o da eğer niyeti varsa.
Bir işte, bir kariyer planında, bir perakende mağazasında, bir küçük işletmede; bizim karakter ve hayata bakışımız şekillendiriyor sistemi. Bir iş, o işin sahibini yansıtıyor. Eczacılıkta da bu böyle . Her eczane sahibine benziyor ve onu temsil ediyor . Vizyonumuz, misyonumuz, değerlerimiz tanımlı olsun ya da olmasın; işyerimizde ve işimizi yapma biçimimizde kendini belli ediyor. Bir metinde, yazarın dünya görüşünün ne olursa olsun saklanamaması gibi, bir eczanede de eczacı hakkında ipuçları var. O zaman işi geliştirmek ve büyütmek için en etkili
yollardan biri, iş sahibinin güçlü yönlerini işe yansıtmak .
Çok basit ve de zor . Zor, çünkü çoğumu güçlü yönlerimizi bilmiyoruz. Her yazımda dile getirdiğim üzere, bizler sınav kazanmak ve şıkların arasında en doğruyu bulup onu doğru bir şekilde işaretlemek (kaydırma yapmadan) ve sınav
geçmeye mecbur çocuklardık, hala da öyleyiz. Böyle bir sistemde karakterimizin güçlü yönlerine
yoğunlaşmak ya da keşfetmek gibi lükslerimiz olamadı. Ne zamanki iyi sınav sonuçları, iyi okullar,
iyi derecelerin gerçek hayatta o kadar da önemli olmadığını anladık; o zaman kendi içimizde bir
arayış başladı . Bizler başarılı olunca mutlu olacağımıza inanıyorduk, oysa tam tersi daha
doğruydu, mutlu olunca başarılı oluyorduk. Bizler para kazanınca güçleneceğimizi sanıyorduk.
Oysa tam tersi daha doğruydu; önce güçlü olunca sonra para geliyordu , tabi burada içsel ve
zihinsel güçten sözediyorum. Hatta el yükselteyim, önce güçlü olunca sonra kariyer geliyordu.
Önce güçlü olunca sonra mutluluk ve iyi ilişkiler geliyordu . İçsel olarak kendimize inanmak,
sırtımızı bir yere yaslamadan her işin altından kalkabileceğimize, her koşulda bir çözüm
bulabileceğimize inanmak. Hiç sorun hiç pürüz olmaması değil, sorunlar ayağımıza geldiğinde
başa çıkabileceğimizi bilmek ve bundan emin olmak . Kendinden emin olmak. İşte suyun bu
tarafları için, kendimizi tanımak gerekiyor . Güçlü yönü nasıl tanımlarım ? Başkalarından daha
kolay ve eğlenerek yaptığımız, akışta gelişen her şey. Yapmakta ek bir motivasyona ihtiyaç
duymadığımız, doğal halimizle kendiliğinden yapmayı seçtiğimiz her şey. Boş zamanlarımızı
neyle doldurmak istediğimiz. Başkalarının bize akıl danıştığı her şey. Bize kolay gelip
diğerlerine zor geldiği için bizden yardım ve öneri istedikleri her şey. İşte buraları işe
yansıtmaktan sözediyorum.. Okumayı mı seviyorsun? Okuduklarından öğrendiklerini eczaneye
nasıl uyarlarsın hemen düşün. Alışveriş yapmayı mı seviyorsun? Gezdiğin mağazalar nasıl sistem
kurmuş, yenilikler yapmış hemen eczaneye uyarlanır mı bir dene. Dizi izlemeyi mi seviyorsun?
Beğendiğin kurgular, karakterler, mekanlar ve insanlar işin için ilham olabilir mi bir bak. Herkesten
daha iyi dil öğrenme becerin mi var ? Başka kültürlerin alışveriş alışkanlıklarını, dekorasyonlarını,
eczanelerini tanı. Yatırımcılığa merakın varsa, eczanenin sermayesini büyüt. Sosyal olarak
güçlüysen, bol bol bağ kur, dostluk kur insanlarla.
Bir de madalyonun diğer yüzü var. Zayıf yönler. Zayıf yönlerimizi iyileştirmeye çalışmak da
bir yöntem, ancak hem daha yavaş bir yol, hem de parlamak yerine ortalamaya getirebildiğimiz bir
alan. Bir insanın zayıf yönü üzerinden bir kariyer tasarlaması ve orada parlamayı beklemesi akıllıca
değil. Ancak , kocaman bir şerh koyayım burada ; buraları geliştirmek özel hayatımız için,
ilişkilerimiz için, hayatla olan bağımız için gerekli. Güçlü yönler zaten yıldız oyuncu ve kariyerde
kendine spot ışıkları altında yer bulabilir. Ama zayıf yönlere hiç bakmaz ve yok sayarsak, hayatı
ıskalıyoruz. Zayıf yönlere, gölgemize, kusurlarımıza sahip çıkmak, sarılmak, sen benim canımsın
her şeyimsin demek gerekiyor. Yıllar yıllar önce okuduğum bir kitaptı; “Işığı Arayanların Karanlık
Yanı”; Debbie Ford; her otobüs durağına, her metro istasyonuna bırakmak istemiştim. Gölgemize
ve zayıf yanlarımıza sarılmak, saf bir kabul vermek en çok kendimizle ilişkimiz için gerekli. Oraya
sahip çıkmadan her şey yarım. Bir kuşun iki kanatla uçması gibi, uçmak için iki kanadımızın olması
gerekiyor. Uçmak istemiyorsanız, önemli değil, yerinizde kalabilirsiniz .Ama uçmak istiyorsanız
güçlü ve zayıf yönlerimizi aynı ölçüde kabul ederek, severek ilerlemek gerek. Sadece zayıf yönlere
takılıp geliştirmeye çalışınca olmuyor, sadece güçlü taraflardan ilerleyince de olmuyor. Hatta şöyle
söyleyebilirim; güçlü yönlerin ilerlemesi için önce; zayıf yönleri kucaklamak gerekiyor. Ama güçlü
yönleri de , nasıl olsa güçlü diye orada öylece bırakmayacağız, ona da sarılacağız ve parlatacağız.
KEŞİF
Benim jenerasyonumda tevazu sahibi olmamız, az olmamız öğretildiği için; hiçbir zaman güçlü
yönlerimizi sahiplenemediğimizi gözlemledim. Zayıf yönlerimizi de geliştirmek istiyoruz ama
utanarak, saklayarak, sanki bizim hiç zayıflığımız olamazmış gibi. Oysa ikisine de sarılmak, sahip
çıkmak ve ben buyum demek gerek.
Çocuğunuz sporda çok iyi ama matematikte zayıfsa , bizim toplumumuzda yüzde doksan
ihtimalle o çocuğa matematik özel dersi aldırılır. Hangi sporda iyi olduğu, o spor dalında nasıl
gelişebileceği, nereden özel ders alabileceği sorgulanmaz bile. Sporda iyi olmak matematikte iyi
olmaya kıyasla dikkate bile alınmaz. Oysa o çocuğun önce iyi bir antrenöre ve yönlendirmeye
ihtiyacı var. Ancak bizler akademik başarıya ve de matematiğe takıntılı olduğumuz için,
matematiğe kafayı takar ve o çocuğun zayıf olduğu yerden bütün kanadını ve özgüvenini kırarız.
Bir çocuğun matematiği öğrenmesi gerekir, bu doğru. Ancak öğrenmesi gerekir; ezberlemesi ya
da sınavlarda yüksek puan için kendini parçalaması değil.Gerçek bir öğrenmeden
sözediyorum. Elektrik ve fizik mühendisliğinin dehası Nİcola Tesla şöyle demiş “matematiksel
olarak hesaplanamayacak çok az konu vardır “ . Ve milyar dolarlık Hintli girişimci Naval Ravikant
başarı, sağlık ve mutlulukla ilgili önerilerini paylaştığı tweet serisinde şöyle demiş “herşeyden önce
mantık ve matematik öğrenin” . Yani bir insan evladı sınav geçmek için değil, iyi bir hayat yaşamak
için matematik öğrenmeli. Matematiği zayıf bir çocuk , bir de matematikten nefret ederse, hayatta
büyük bir bilgi kümesinden, bilgelikten mahrum kalıyor. O çocuk matematikten özel ders almalıdır,
katılıyorum, ama sınavlardan önce hayat bilgisi için. Ömür boyu kullanacağı mantık yürütme için,
kendine güveni için. İşinde çok başarılı bir yönetici olup, dışarıda keyifle derteleşeceği, tatile
gidebileceği bir tane bile arkadaşı olmayan o kadar çok “parlak kariyer” tanıyorum ki. İlişki kurmak
ve yönetmek zayıf yönü ise, orayı besleyip büyütecek, bu onun huzuru ve mutluluğu için gerekli.
Hem güçlü hem zayıf yanlarımızla yürüdüğümüzde içimizde bir dengeye ulaşıyoruz. İçimizde her
hangi bir parçayı dışlamamış, aşağılamamış, utanmamış olmak büyük bir güç, hatta tek gerçek
güç. Güçlü yönlerimizi kolaylıkla yönetebildiğimiz ve hatta geliştirebildiğimiz için, başarıya
kolaylıkla taşıyabilir bizi. Ancak sadece oradan yürümek mümkün değil. Zayıf yönler , zaaflarımız
ve gölgemiz; kabul etmediğimiz ve yok saydığımız sürece çelme takıp düşürür. Takıntılı bir şekilde
sürekli gelişmek yerine, neysek o olduğumuzu kabul ederek, hem güçlü yönlerimize hem zayıf
yönlerimize sarılarak, sarılamıyorsak el sıkışarak yaşamak gerekiyor. Çok basit ve de zor. Şöyle bir
hayat düşünün lütfen : Başarı için yırtınmıyorsunuz, zaten başarılı hissediyorsunuz ve özel
hayatınızda da mutlu ve huzurlusunuz . Güzel bir tasarım , geçerli bir varış noktası.
Peki güçlü ve zayıf yönlerimizi nasıl bulacağız ? Kendimizi nasıl tanıyacağız ?
Deneme yanılma yoluyla, bir diğer tabirle, kafayı gözü yararak .
Söylemlerimiz gerçekle örtüşmüyor çoğu zaman. “Şunu çok istiyorum” dedikten sonra o şeyin
içinde mutlu olmadığımız ya da hiç tahmin etmediğimiz bir yerde beklenmedik şekilde iyi
hissettiğimiz çoktur. Kendimizle ilgili varsayımlarımız var. Burada önemli nokta, deneme yanılma
sürecindeki kayıpları göze almak. Örneğin kendimi tanımak adına bir psikodrama yaşantısı içinde
nasıl hissedeceğimi ölçmek için, oraya devamlılık için gereken para ve zaman maliyetini göze
alacağım. Bir yurt dışı seyahatine yalnız çıkarak mutlu olup olmayacağımı anlamak için, oradaki
masrafları, zamanı ve enerjiyi gözden çıkarmam,“giderler dosyasına” yerleştirmem ve artık onu
düşünmemem gerekir. Bir deneyim kazandım, öğrendim ve bitirdim, hiç bir şey boşa gitmedi. Hiç
bir şey boşa gitmez. Ya mutlu olduğunuz bir yol öğrenirsiniz ya da mutsuz olduğunuz bir yol
öğrenirsiniz, kendinizi gerçekten anlamak ve tanımak için çok küçük bir bedeldir bu. Küçük bir
bedeldir diyorum çünkü kendini tanımanın ihtişamı ve size getirebileceği bereket yanında bunların
lafı olmaz. Kendi işini yapan insanlar için, bizler gibi, ortaya kendi iradesini koyan, kendi sermayesi
ile iş kuran ve büyüten, o işin başında durmaya mecbur olan bizler için, tatmin olduğumuz bir
ödüller sistemi çok önemlidir. Ödüller herkes için farklı; kimisi mücevher ister, kimisi araba,
kimisi ülkenin en iyi yerinde tatil, kimisi tüm kazancını yatırımlarla katlamak ister. İngilizcede
“satisfaction” olup Türkçe’de tam karşılığı olmayan, tatmin ve memnuniyet olarak çevrilen bu
kelimeden sözediyorum. Bir insanın “uğraştığım çabaya ve verdiğim emeğe değiyor“ diyebildiği,
hayattan gerçekten doyum ve keyif aldığı seviye. Başka bir tabirle kazandığı parayla ne yapacağını
bilmesi. Delice para kazanıp delice tükettiği halde mutlu olamayan insanlar tanıyorum . Bizim gibi
iradesini , emeğini ve sermayesini işe veren, işini buralardan aldığı yakıtla sürdüren insanlar
için gerçek bir tatmin çok önemli. Gerçek bir tatmin, doyum ve memnuniyet için kendimizi
bilmemiz çok önemli.Kendimizi bilmemiz için deneme-yanılmadan ve hatadan korkmamak
KEŞİF
çok önemli. Hata yapmak sadece mutlu olmanın değil, yaşamanın bedeli. Hata yapmadan
öğrenemiyoruz, yaşayamıyoruz, ilerleyemiyoruz. Hiç hata yapmayayım diyen yerinde saysın,
olduğu yerde bildikleriyle devam etsin . Kendi esenliğimiz için hataya izin veren bir sistemde
yaşamamız gerekiyor, kurguyu böyle yapmak gerekiyor Hata her zaman olacak, hata hayatın bir
parçası, hata sadece öğrenmenin değil yaşamanın bedeli. Daha doğrusu yaşadığını hissetmenin…
Hatta bazen de bile isteye hata yapmak gerekiyor, kim dost kim düşman belli olsun diye. Düşünce
kim elini uzatıyor bilelim diye . Aikido sporunda mesela; sporculara, önce düşmeyi öğretiyorlar.
Önce düşmeyi bilince korkmuyorsun artık. Ticarete girerken önce batmayı öğrenirsen, ticaretten
korkmuyorsun. Önce ufak çaplı bir batış lazım. Hiç batmadan, hiç düşmeden, hiç hata yapmadan
yaşamaya çalışmanın bedeli çok daha ağır ; o zaman düşmemek ve hata yapmamak için verilen
çaba; hissedilen kaygı ve korku, ayağımıza dolanıyor. Telefonumuzda arka planda enerji tüketen bir
uygulama gibi, şarjımızı bitiriyor. Hata yapmaktan sormak, sermayeden yemek demek.
Deneyime izin verin .
Düşmeye izin verin.
Hataya izin verin.
Kendinizi bu yollarla tanımaya, kendinizi keşfetmeye, keşfettiğiniz yerlerden ilerlemeye (ya da
durmaya) izin verin. Tüm bunların kümülatif toplamına son zamanlarda “öz şefkat” diyorlar. İnsan
olma deneyimi ve hayatta yürümek için ihtiyacımız olan ana yakıt. Ana güç ünitesi, jeneratör. O
olmayınca yolda kalıyoruz.
Kendini tanımaya izin vermek. Kendini ifade etmeye izin vermek. Mutluluk yanında başarılı bir
kariyer için de ihtiyacımız bu. Spor yapmak ve hareket, yürümek ve yüzmek nasıl zihnimizi
açıyorsa, öz şefkat de hayattaki yolumuzu açıyor. .Hata yapmaktan korkmadan yürümek, ne
olursa olsun kendimize inanmak ve sevmek, hayatı bir meydan okuma değil de keyfli bir öğrenme
süreci olarak algılamak. Varılacak yeri takıntı haline getirmeden yolun tadını çıkarmak. Yolda belki
biraz yavaş gitmek, giderken manzaranın farkına varmak ve tadını çıkarmak, güzel bir yemek
yemek, güzel bir müzik dinlemek, iyi bir kitap okumak, farklı insanlarla tanışmak ve onlardan da
öğrenmek. İşte hayatın mikro versiyonu .
Gösterişsiz ama etkin yaşamak. İnsanların hayatına dokunmak ve yardım etmenin, faydalı olmanın
hazzını yaşamak. Bir şey üretmenin uyuşturucu etkisi. Yeteneklerimizin tadına varmak ve onu
dünya ile paylaşmak. Sadece kendimiz olmanın hazzı. Bir şey ispat etmek için değil, başarı
takıntısı için değil, kabul görmek için değil, onay almak için değil; sadece kendimiz için ve
olduğumuz halimizi tam kabul ile, olduğumuz gibi yaşamak. Kendi değerlerimiz ve
prensiplerimizle. Böylesine “kendimize sahip çıktığımız” bir düzlemde başarı ve mutluluk
peşinden koştuğumuz bir amaç değil, yaşadığımız hayatın doğal bir çıktısı oluyor. Enerjimizi
işimize ve ilişkilerimize sakladığımız, fazladan açıklama yapmak zorunda olmadığımız, dümdüz
“hayır” ve dümdüz “evet” diyebildiğimiz bir hayat. Bağımsız olmak. Kimseye muhtaç olmadan ve
boyun eğmeden. Kendi imkanlarımızla ve kendi gücümüzle yaşamak. Eyvallahımız olmadan.
Keşfedin.
Kendinizi, değerlerinizi, yeteneklerinizi keşfedin.
Güçlü yönlerinizi, zayıf yönlerinizi keşfedin.
Kendi kalenizi inşa edin.
Utandıklarınıza sahip çıkın.
Yeteneklerinizi dünya ile paylaşın.
Kendinizle barışın.
Satisfaction…
KEŞİF