Hayatın temel gerçeklerinden biri, zorlukların kaçınılmaz oluşudur. Hepimiz kayıplar yaşar, hatalar yapar, başarısızlıklar ve hayal kırıklıklarıyla karşılaşırız. Zihnimiz çoğu kez bu anlarda bize yardımcı olmak yerine, işleri daha da zorlaştırır. Bitmek bilmeyen bir iç ses devreye girer. Başkalarına karşı anlayışlı, destekleyici, yumuşak bir yaklaşımda olabilirken; çoğu zaman sıra kendimize geldiğinde aynı sıcaklığı kendimize göstermeyiz. Kendimize acımasız davranır hatta yalnız bırakırız. İçimizde sürekli hata arayan, kusur bulan, doymayan, evhamlanan hatta olayları daha da olumsuz değerlendiren bir eleştirmen bulunur. Zorlandığımız anlarda, hayat sırtımıza yükler koyduğunda, bir de o devreye girer. Yüksek sesle olanı biteni büyütür, başarılarımızı küçümser, eksiklerimizi görür bizi yargılar, yorar. Durumun yüküne, bir de kendi payımızla yük ekleriz.
Oysa insanın en çok ihtiyacı olan şey tam da bu anlarda kendi yanında olabilmektir. Özşefkat, insanın kendine bir dost gibi davranabilme becerisidir. Kırılgan anlarında o sert sesin yıpratıcı etkisine karşı, bir dost sesi yerleştirmektir. Kendi içinden kendine bir el uzatabilmek, zor zamanlarda kendimizin yanında olmak, halimizden anlayabilmektir. Bir zorluk yaşadığımızda, ‘bu olmamalıydı’ diye isyan etmek yerine ‘zorlanıyorum ama bu insan olmanın bir parçası’ diyebilmektir. Başarısızlıkla karşılaştığımızda, ‘yetersizim’ demek yerine ‘şu an istediğim gibi olmadı ama deniyorum, öğreniyorum’ diye yaklaşabilmektir. Hayat haksızlıklar yaşattığında, ‘bu haksızlık’ deyip isyan etmek yerine; ‘bu olanlar kolay değil ama kendime iyi davranarak bununla başa çıkabilirim’ şeklinde tutum alabilmektir.
Kendine şefkat göstermek için ilk adım fark etmektir. Ne hissettiğini bastırmadan ya da küçümsemeden durup görmek, ‘şu anda üzgünüm, kırıldım, zorlanıyorum’ diyerek duyguyu yakalayabilmektir. Bu cümleler bir zaafın değil, insan olma halinin ifadeleridir. İkinci adım ise, yaşadıklarımızda yalnız olmadığımızı kendimize hatırlatmaktır. Dünyada milyonlarca insanın benzer duygulardan ve deneyimlerden geçiyor olduğunu fark etmek; yaşadığımız acı ya da haksızlığın sadece bize özgü değil, ortak insani deneyimlerin bir parçası olduğunu görebilmektir. Üçüncü adım ise kendimize nasıl seslendiğimizdir. Nazik, şefkatli, sıcak, net ve sorumlu bir ses ile kendimizle konuşmaktır. Yargılamayan, anlayışlı bir ton geliştirmektir. ‘bunu neden beceremedin’ yerine, ‘elinden geleni yaptın herkes hata yapabilir’; ‘bu nasıl adaletsizlik’ yerine, ‘bu sana ağır geldi, kendine nazik olmayı hak ediyorsun’ gibi küçük cümlelerle iç dünyamızda büyük farklar yaratabilmektir.
Peki neden çoğumuzda eleştirel ses ya da tam tersi sessizlik daha baskındır? Çocuklukta koşullu kabul varsa, takdir dili azsa, ihmal yaşandıysa, görülmek, sevilmek için başarılı olmak, güçlü görünmek zorunda olduğumuza inandıysak, evde ya da okulda aşırı eleştirel dil normalleştirildiyse; zihnimiz dışarıdaki sesi zamanla içeriye, kendine taşır. Beraberinde bazı kültürlerde kendine nazik davranmak zayıflık olarak etiketlenir. Travmatik deneyimler, reddedilme anıları, kıyas kültürü ve hatta sosyal medyanın sürekli performans çağrısı; bütün bunlar içimizde ‘hata yaparsam dışlanırım’ korkusunu büyütür. Zihin dışlanmaktan korunmak için, ‘önce ben eleştireyim’ stratejisine yönelir. Kısa vadede kontrollü hissettirse de, uzun vadede bizi tüketir. Şefkatli sesin bu sebeple zayıf olmasının nedeni, aslında çoğu zaman onun hiç öğrenilmemiş, model olmamış hatta duyulmamış olmasından kaynaklanır. Ve güzel haber, özşefkat öğrenilebilir bir dildir.
Özşefkat zorluğun ortasında, kendimize sessiz ama güçlü bir alan açar. ‘olanları görüyorum, duygumun farkındayım, kendimin yanındayım ve neye ihtiyacım olduğuna bakıyorum’ diyebilme becerisini sunar. Araştırmalar, özşefkat düzeyi yüksek kişilerin daha az kaygı ve depresyon yaşadığını; daha fazla mutluluk ve yaşam doyumu hissettiğini ortaya koyuyor; bununla beraber yine bu kişilerin olumsuz deneyimler karşısında daha hızlı toparlandığını, başarısızlık sonrası yeniden denemeye daha açık olduğunu ve psikolojik açıdan daha sağlıklı bir denge kurduğunu gösteriyor. Özşefkatin gücü bu sebeple dayanıklılığımızı arttırır. Kendimize acımasız olduğumuzda tekrar denemek, risk almak ve yola devam etmek zorlaşır; ama şefkatli bir yaklaşım bizi yeniden denemeye, öğrenmeye, gelişmeye davet eder.
Özşefkat insan olmanın en doğal gereksinimidir. Nasıl ki bedenimizin ilgiye, besine, dinlenmeye ihtiyacı varsa ruhumuzun da anlayışa, şefkate, nezakete ihtiyacı vardır. Özşefkat yaşamdaki zorlukları yok etmez ama onlarla olan ilişkimizi değiştirir. Acıyı acı olmaktan çıkarmaz, hayatın ağırlığını hafifletmez ama onunla boğuşurken kendimizi kaybetmememizi, altında ezilmememizi sağlar. Kendini şefkatle karşılayan bir insan, kendi içinde güvenli bir liman oluşturur. Dışarıda ne olursa olsun o limana sığınabileceğini bilir. Kişiye en temel güveni verir, ne olursa olsun kendimin yanındayım inancının yerleşmesini sağlar. Hayat zor olabilir, insanlar haksızlık yapabilir, biz de hata yapabiliriz; ama bütün bunların ortasında en değerlisi kendi içimizde kendimize merhametle yaklaşıp, kendimize düşman değil, dost olmayı seçebilmektir.