Gençlerimiz; bizim çocuğumuz, yeğenimiz, komşumuzun, belki 50 yıllık arkadaşımızın
çocukları. Onlardan beklentilerimiz çok büyük. Belki de umut ve beklentimiz bu
kadar yüksek olduğu için onları konuşuyor, tartışıyor ve eleştiriyoruz. Hızla değişen bu
dünyada onların oyunun içinde kalmalarını, bu oyunun en önemli oyuncularını olmalarını
ve hatta oyunun kurallarını belirlemelerini istiyoruz. İçinde bulunduğumuz yıllarda
X kuşağı, Y kuşağı ve Z kuşağı derken gençliğin nereye gittiğini tam olarak kestiremiyor ve bundan dolayı da büyük bir sıkıntı duyuyoruz. İçimizde bu konularda teorik olarak söz söyleyebilecek bir sosyolog var mı bilmiyorum. Hemen hiçbirimiz bu konuda derin incelemeler yapıp bilimsel çalışmaları da okumadığına göre hepimiz kendi çevremizde gördüğümüz gençler ile kendi gençliğimizi karşılaştırıp bazı çıkarımlarda bulunuyoruz.
Ben, bu yazıda uzun yıllardır tıp fakültesinde okuyan öğrenciler ve uzmanlık eğitimi alan genç doktorlarla çalışan birisi olarak düşüncelerimi yazıyorum. Dolayısıyla benim görüşlerimden bir genelleme çıkartmak uygun olmayabilir ama yine de gençlerimizi
gördükçe, onlarla konuşup tartıştıkça her gün biraz daha artan umudumu sizlerle
paylaşmak istiyorum. Sonsözümü önce söyleyip ardından düşüncelerimi biraz
daha detaylı paylaşacağım: Dünyanın doğal kaynakları en fazla olan topraklarından
birinde yaşıyoruz ama yine de en büyük zenginliğimiz gençlerimizdir, ne olacak diye
kimse merak kaygılanmasın.
Hemen her gün görüşüp, konuşup, birlikte çalıştığım genç insanlardan gördüğüm, onların bizden fersah fersah ileride oldukları. Dünyanın farkındalar, istek ve beklentileri bizlerden çok daha gerçekçi. Daha da önemlisi kendi içlerinden gelen sese bizlerden çok daha fazla kulak veriyorlar. Dünya hep böyle kalacak olsa bugün onlara yapılan tüm eleştirilere gönülden katılırım. Ama onlar bizim dünyamız için yetişmiyorlar ki. Günümüz dünyasında kariyer yıllarını geçirmiş, en ciddi gelecek planı “ne zaman emekli olsam” olan bizler, gelecek dünyayı onlardan daha iyi anladığımızı iddia edebilir miyiz? Biliyoruz ki, onları bekleyen dünya bambaşka olacak ve onlar inanın o dünya için hazır olacaklar.
Şimdilerde çeşitli mecralarda genç doktorların artık eski doktorlar gibi olamayacağı, ilerde bizlere bakacak doktor bulamayacağımız tezi üzerinden birçok görüş okuyorum. Bizden sonraki doktorlar doğal olarak bizler gibi olmayacaklar. Olmamaları da gerekir. Bizler de bizi
yetiştiren Hoca’larımız gibi olmadık zaten. Benim cerrahi eğitimini yanında aldığım Hocam, Genel Cerrahi ihtisası üzerine Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi ihtisası yapmış bir cerrahtı. Benim onu tanıdığım yıllar içinde aralarda genel cerrahi, kalp ve damar ameliyatları yapardı. Bu tip ameliyatlarda ona çok kez asiste ettim. Ama biz ondan göğüs cerrahisini öğrendik. Kendi uzmanlığım içinde kalan alanlarda olmak kaydıyla ben de bu dokular üzerinde işlemler yapmışsam da asla ve asla uzmanlığım dışında hiçbir işi yapmaya
kalkmadım. Hoca’larımıza olan saygı ve gönül bağı çerçevesinde hiçbir zaman onlar gibi olamayacağımızı kabul ediyorum.
Ama içinde olduğum kuşağı kapsayacak şekilde söylemem gerekirse biz göğüs cerrahisi bayrağını çok daha ilerilere, dünya standartlarına taşıdık. Yine de birisi bana “sen onun gibi değilsin” derse, doğru demiş olur. Ben Hocam gibi günümüzde birçok uzmanlık dalına yayılmış o ameliyatların hiçbirini yapamam. Yaptığım ameliyat bir sebepten kendi uzmanlık dalımın sınırlarını aşarsa, ben yardıma bir genel cerrah veya kalp cerrahı veya hangisi gerekiyorsa o uzmanı çağırırım. Gerektiği her zaman çağırdım, birçok kez de çağırıldım. Otuz yılı aşan uzmanlık yıllarımda hep böyle hastanelerde çalıştım. Nadiren yaptığım bir
işi yapmaktansa o işi her gün yapan birinin yapmasını istedim.
Bu kuşak farkını burada bırakıp, bir kuşak daha geriye gidelim. Bizim Hoca’larımızın uzmanlık eğitimi aldığı yıllarda Hoca olan saygıdeğer büyüklerimiz hemen hemen tüm disiplinlerde ameliyatlar yaparlarmış. Bir cerrah düşünün, böbrek taşı ameliyatından
çıkıp bacak kemiğine çivi çakıyor, ardından kafatasını açıp bir beyin ameliyatı yapıyor,
ardından safra kesesi ameliyatına giriyor. Bugün aklımızın almayacağı bir durum. Hatta
fakültelerde anestezi kürsüleri bu cerrahi ekiplerden çıkan doktorlar tarafından kuruluyor. Anesteziyi de onlar veriyorlar. Yani iki grup doktor var: “Operatör” veya “Hariciyeci”, ameliyat yapan kişi ve ilaç tedavisi yapan “Dahiliyeci”.
Bu açıdan bakarsak bizim Hoca’larımız da kendi Hoca’ları kadar çeşitli işlerde deneyim kazanamadan Hoca oldular. Her kuşak bir önceki kuşağa göre daha dar bir alanda uzmanlaşmaya başladı. B alan daraldıkça daralmakta. Sanırım 1990 yılında ABD’de bir nakil cerrahi ile sohbet ediyorduk. Ben bir yerde “kalp cerrahı” deyince “Bir dakika” dedi. “Kalp cerrahi ne demek? Kalp nakli mi yapıyor, by-pass mı yapıyor, kapak ameliyatları mı yapıyor, büyük damar ameliyatları mı yapıyor, çocuk kalp ameliyatları mı yapıyor, neyi
kastediyorsun?” Aradan 30 yıl, bir kariyer ömrü geçmiş. Bu örnek üzerinden geçen
yıl ABD’de gördüğüm bir iş ilanından da söz etmeliyim: İlanda kalp cerrahı aranıyor.
Mitral kapak (kalpdeki 4 kapaktan birisi, belki en önemlisi) cerrahisi konusunda uzmanlaşmak üzere. Düşünün, önce doktor olmuş, sonra kalp cerrahi olmuş, şimdi
kapak cerrahisinde uzmanlaşacak ve sonra sadece mitral kapak ameliyatları yapacak.
Bu cerrahın 10 yıl sonra edineceği deneyimin nasıl bir seviye olacağının takdirini size bırakıyorum.
“Yarın doktor bulamayacağız” diye şikâyet edenlerin yarının doktorlarında aranan niteliklerin neler olabileceğine dair bir fikirleri olmalı. Sektörde nelerin değişeceğini bilmemiz ve yetiştirdiğimiz doktorlarda bu değişiklikler paralelinde nitelikler geliştirmemiz gerekir. Yukarıda sözünü ettiğim bizim kuşak dahil 3 kuşak değişen cerrah profiline bakarsak bizden
sonraki kuşağın pekâlâ bizim gibi olmaması gerektiğini görürüz. Bu bağlamda birinci
sorumluluğumuzun, genç doktorların gelecek dünya ufuklarını açacak iklimi oluşturmak olduğuna inanıyorum. Geleceğe yüzünü dönen gençlik, şüphesiz ki ardından ne yapacağını bizden çok daha iyi bilecektir.
Bizden sonraki, dördüncü kuşak ile kişisel bir öngörüm var elbet. Ancak bu sayıda artık geleceğin nasıl gelişeceğini anlatacak yer kalmadı. Bu sebeple yazıya (1) dedim. Bir sonraki sayıda yazının 2. bölümünde buluşmak üzere. Sizlere emekli olmuş ünlü bir karaciğer nakil cerrahının sözü ile veda ediyorum: “Geçmişi anlamak, bundan sonra ne olacağını anlamamıza yardım eder, geçmişin farkında olmak ise geleceğe dair öneri ve tahminlerimize yön verir. “