Bu siteyi kullanarak Gizlilik Politikası ve Çerezler'nı ve Kullanım Koşulları'nı kabul etmiş olursunuz.
Kabul
Eczacı DergisiEczacı Dergisi
  • Haberler
    • Bilgilendirici İçerikler
    • Türk Eczacıları Birliği
    • SGK Haberleri
    • Sağlık Bilgileri
  • Yazarlar
    • Prof. Dr. Ali Demir Sezer
    • Prof. Dr. Ekrem Sezik
    • Prof. Dr. Ş. Güniz Küçükgüzel
    • Bünyamin Esen
    • Meral Günay Öztürk
    • Uzm. Ecz. Sema Uysal Zeybek
    • Ecz. Vecihi Özerdemli
    • Ecz. Ahmet Olgay Altındağ
    • Ecz. Eyüp Talha Kocacık
    • Uzm. Dyt. Ezgi Öztürk
  • Röportajlar
  • Dergilik
  • Kaydettiklerim
Arayın
Entertainment
  • Haberler
    • Bilgilendirici İçerikler
    • Türk Eczacıları Birliği
    • SGK Haberleri
    • Sağlık Bilgileri
  • Yazarlar
    • Prof. Dr. Ali Demir Sezer
    • Prof. Dr. Ekrem Sezik
    • Prof. Dr. Ş. Güniz Küçükgüzel
    • Bünyamin Esen
    • Meral Günay Öztürk
    • Uzm. Ecz. Sema Uysal Zeybek
    • Ecz. Vecihi Özerdemli
    • Ecz. Ahmet Olgay Altındağ
    • Ecz. Eyüp Talha Kocacık
    • Uzm. Dyt. Ezgi Öztürk
  • Röportajlar
  • Dergilik
  • Kaydettiklerim
  • Anasayfa
© 2024 Eczacı Dergisi - Tüm hakları saklıdır.
Okunan: DUYGUSAL OLGUNLUK, ÇOCUK TEPKİLERİNDEN YETİŞKİN YANITA
Giriş yapın
Bildirimler Daha göster
Font büyütücüAa
Eczacı DergisiEczacı Dergisi
Font büyütücüAa
Arayın
  • Anasayfa
  • Haberler
  • Röportajlar
  • Yazarlar
  • Dergilik
  • İletişim
Zaten hesabınız var mı? Giriş yapın
Takip edin
  • Anasayfa
© 2024 Eczacı Dergisi. Tüm hakları saklıdır.
Eczacı Dergisi > Yazılar > Yazarlar > DUYGUSAL OLGUNLUK, ÇOCUK TEPKİLERİNDEN YETİŞKİN YANITA
Yazarlar

DUYGUSAL OLGUNLUK, ÇOCUK TEPKİLERİNDEN YETİŞKİN YANITA

Bihter Merey
Yazar Bihter Merey
23 Aralık 2025
Yazarlar
39 görüntüleme

Hayatın bizi zorladığı durumlar vardır. Bazen hiç beklemediğimiz bir tepki canımızı yakar; geciken bir mesaj, bir anlaşmazlık, olumsuz bir geri bildirim, adaletsiz hissettiren bir karar, küçük bir yanlış anlaşılma veya bir bakış bizi tetikler. Bazen geriliriz, zorlanırız; çok küçük görünen bir şey bizi orantısız şekilde üzebilir. Hatta kimi zaman bir anda parlayan öfkemize, kimi zaman günlerce süren kırgınlığımıza, umutla beklediğimiz bir sonucun olumsuz neticelenişine karşı içimizde kopan fırtınaya kendimiz bile şaşırırız. Aynı olaya farklı zamanlarda çok farklı tepkiler verdiğimizi fark ederiz. “Neden bu kadar çabuk dağıldım? Bu kadar küçük bir şey beni neden bu kadar etkiledi? Neden o an aşırı tepki verdim?” diye sorarız ardından.

İnsanın duygusal hayatında en kritik an, bir duygunun içine düşmeden önce onu fark edebildiği o kısacık boşluktur. Çünkü duygular biz istemesek de yükselir; önemli olan yükselişi durdurmak değil, o yükseliş sırasında duygunun bizi nereye sürüklediğini görebilmek ve duygunun akışına kapılmadan kendini taşıyabilmektir. Duygusal olgunluk dediğimiz şey tam da budur: hissetmek kadar durabilmek, duygunun içinden geçerken aynı anda düşünebilmek, davranışını duygunun zorlamasıyla değil, düşünerek kendi seçiminle şekillendirebilmektir.

Duygusal olgunluk, “kendine dışarıdan bakabilme” anında başlar. Çünkü olgunluk yaşla gelmez. Herkes kendini yetişkin sanır ama duygusal hayatımızda çocuk yanlarımız hep konuşmaya devam eder. Aslında hepimizin içinde üç ayrı yaş bulunur: biyolojik yaş, sosyal yaş ve duygusal yaş. Biyolojik yaş otomatik büyür. Sosyal yaş deneyimlerle olgunlaşır. Ama duygusal yaş yalnızca farkındalık, yüzleşme ve düzenleme kapasitesiyle büyür.

İnsanın en çok zorlandığı dönemler, bu üç yaşın birbirine uymadığı zamanlardır. Duygusal yaş geri kaldığında, insan yetişkin bir bedende çocuk bir zihnin tepkileriyle yaşayabilir. Bir mesaj geciktiğinde terk edildiğini sanabilir, küçük bir eleştiride değersizlik hissedebilir; bir sessizliği kişisel reddedilme olarak yorumlayabilir, iş hayatında yaşanan bir aksaklıkta bütün kimliğini tehdit altında hissedebilir, bir adaletsizlikte yetişkin kapasitesiyle değil, eski bir yaranın sızısı da eklenerek tepki verebilir. Bu, kişinin problemli bir yanından değil; sinir sisteminin geçmiş kayıtlara göre çalışmasından kaynaklanır. Çünkü içimizde hala tamamlanmamış, yetişkin bir omzun ulaşamadığı, duygusal olarak yarım bırakılmış parçalar vardır. Bu parçalar tetiklendiğinde biz de yetişkin gibi değil, çocuk gibi tepki veririz.

Çevremizde 50 yaşında olup küçük bir eleştiride dağılan, haksız bir durumda tamamen çöken veya bir aksilikte tüm motivasyonunu kaybeden insanlar vardır. Ve beraberinde, 25 yaşında olup derin bir içsel denge taşıyan, hem duygularını hem sorumluluklarını hem ilişkilerini şaşırtıcı bir incelikle yönetebilen insanlar. Çünkü duygusal olgunluk sadece duygu yönetmekle, ilişki kurmakla ilgili değildir; hayal kırıklığını taşıyabilmek, başarısızlığı kişisel bir yıkım olarak değil, gelişimin parçası olarak görebilmek, adaletsizliği regüle edebilmek ve öfkeyi ilişkileri veya kendini yakmadan yönlendirebilmekle de ilgilidir.

Duygusal olgunluk, bu üç yaşı birbirine yaklaştırma becerisidir; yani bedenin, sosyal rolün ve duygu kapasitenin aynı anda yetişkin olabilmesidir. “Şu anda ne hissediyorum? Bu his gerçekten bu ana mı ait, yoksa geçmişten gelen bir yükün dokunuşu mu? Bu tetiklenme içimde nereye çarpıyor? Bu his bana ne anlatıyor?” diye durabilmek ve sorabilmek; düşünceye alan, davranışa seçim, duyguya mesafe kazandırır. Böylece kişi duygunun içinde kaybolmak yerine o duygunun içinden geçebilir. Karşı tarafın sözlerinin arkasındaki korkuyu, kırgınlığı, yorgunluğu sezebilmek; bir iş sürecindeki gecikmenin her zaman kişisel olmadığını görebilmek; haksızlık yaşadığında duyguyu büyütmeden ama bastırmadan ifade edebilmek; öfkeye teslim olmadan hak talep edebilmek; kaygılandığında yapışmadan ya da tamamen içine kapanmadan durabilmek… Tüm bunlar duygu düzenleme kapasitesinin hayatın her alanında görünür hale gelmesinin yansımalarıdır.

Duygusal olgunluğun olmadığı yerde tepkiler keskinleşir. Olgun olmayan tepkilerde duyguyu büyütür, dramatize eder veya tamamen içimize gömeriz. Ya hep ya hiç düşünürüz. Ya çok severiz ya tamamen yok sayarız; ya yapışırız ya tamamen duvar öreriz; ya en küçük aksilikte tüm dünyamız yıkılır ya da hiçbir şey olmamış gibi davranırız. Oysa olgunluk, hayatın gri alanlarını görebilmek ve onlarla orada kalabilmektir. Hayata her şey dahildir; iyi de kötü de, kırgınlıklar da beklenmedik durumlar da, gecikmeler, yanlış anlaşılmalar, hayal kırıklıkları da. Duygusal olgunluk, durumların ve ilişkilerin bazen yorucu olabileceğini kabul ederek buna rağmen bağlı kalabilmek, devam edebilmek; içinden bir fırtına geçse bile fırtınaya teslim olmamaktır. Bu, duyguları yok saymak demek değildir; aksine tüm duyguların varlığını kabul edip duygunun kendini yönetmesine izin vermemektir. Gerçek olgunluk duygusuzluk değil; duyguyu kendine ve dışarıya zarar vermeden taşıyabilme gücüdür.

Olgunluk demek sessizlik demek değildir. Bazen insanlar olgun görünür çünkü susarlar. Kavga etmezler, konuşmazlar, tartışma çıkarmazlar. Oysa bu çoğu zaman olgunluk değil, duyguya yaklaşma korkusudur. Gerçek olgunluk yakınlığı da, açıklığı da, kırılmayı da taşır. “Konuşalım” diyebilmek, “Ben böyle hissettim” demek, “Bu tarafım incindi” diye dürüstçe ifade edebilmek cesaret ister. Kapanmak kolaydır; ilişkiyi, işi, süreci terk etmeden, teması kaybetmeden yüzleşebilmek ve konuşabilmek ise gerçek olgunluğun işaretidir.

Duygusal olgunluk aynı zamanda duygusal bağımsızlıktır. Birinin sevgisine, bir iş sonucuna, bir başarıya tutunmak zorunda hissetmeden var olabilmektir; yani bir ilişkiye ihtiyaç duyarken aynı anda kendi iç dengeni koruyabilmek, bir başarısızlık yaşadığında tüm özdeğerini çöktürmemek, bir adaletsizlikte kendini tamamen kurbanlaştırmadan hak talep edebilmektir. “Ben senin duygularından sorumlu değilim ama seninle birlikteyim” diyebilmek, “Bu sonuç değerimi belirlemiyor ama yine de üstüme düşeni yapacağım” diyerek sorumluluğu sahiplenebilmek; hem diğeriyle hem durumla hem de kendinle sağlıklı sınırlarda bağ kurabilmektir. Olgun insan eksikliğini gidermek için değil; derinleşmek, eşlik etmek ve yaşamı çoğaltmak istediği için bağlanır, üretir, ilişki kurar.

Duygusal olgunluk zamanla, deneyimlerle, bazı kayıplarla, bazı fark edişlerle büyüyen sessiz bir güçtür. İnsan kendine dışarıdan bakabildikçe, kendi payını görebildikçe, duygularını suçlamadan dinleyebildikçe, içindeki eleştirel sesi yumuşattıkça, hayatta her şeyin kişisel olmadığını fark ettikçe; yani bir duygunun geldiğini fark edip ona teslim olmadan önce kendi yetişkin tarafına kulak verebildikçe olgunlaşır. Dışarıdaki kaos ne olursa olsun içerideki evi darmadağın etmeden yaşayabilme alanı açılır. Kırgınlık yaşarken de sevmeye devam edebilmek, kızgınlık yaşarken de bağ kurabilmek, haksızlık yaşarken öfkeye yenilmeden durabilmek, başarıda da başarısızlıkta da içsel kapasitesini geniş tutabilmek ve birinin davranışına tepki verirken “Ben şu an kim olmak istiyorum?” sorusunu akla getirebilmektir.

İnsanız; hepimiz zaman zaman çocuk yanımıza döneriz: tetikleniriz, alınganlaşırız, taşarız, dağılırız. Hepsi en doğalından insanlık halidir. Duygusal olgunluk bunları hiç yaşamamak değil; yaşandığında orada kalmamak, kendini toparlayabilmek, kendini kaybetmeden dengeleyebilmek, içsel yetişkinine geri dönebilmektir; yani aslında bir nevi kendi duygusal ebeveynliğini üstlenebilmektir. Yaşamda en değerli olan insanın kendiyle kurduğu bağdır. Kendini duymak, anlamak, kendi yanında durabilmek, kendi elinden tutabilmesidir. Kendiyle bu bağı kurunca, duyguların iniş çıkışlarına rağmen içsel yönünü kaybetmez. Yaşamın rüzgarlarıyla, dalgalarıyla savrulmadan kendine çapalanabildiğinde, insan iç dünyasında gerçek bir bütünlükle buluşur ve ancak kendini anladığında başkalarıyla da gerçekten bağ kurabilir. Yaşamın arzularımıza ulaştıran yolu bu yüzden aslında hep kendimizden geçer; zira hayatta tatmin, güç ve bütünlük, her zaman önce kendine dönebilenlerden doğar.

MESLEKİ PUSULAMIZ
QUERCETİN: DOĞANIN UZUN YAŞAM HEDİYESİ
Aşama Aşama Yurtdışı İlaçlarının Temin Edilmesi
GRİP AŞISI; KORUYUCU SAĞLIĞIN TEMEL TAŞI
KİŞİSEL MARKALAR ÇAĞI
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Whatsapp Whatsapp LinkedIn Eposta Linki kopyala Yazdırın
Önceki yazı Ölçü ve Ölçü Aletlerinden Alınacak Muayene ve Damgalama Ücretleri Hakkında Duyuru Yayımlandı
Sonraki yazı SAĞLIĞI YENİDEN TASARLAMAK: DUBAI FUTUREFORUM 2025’TEN GELECEĞİN SAĞLIK VİZYONU
Yorum yapılmamış Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni eklenen haberler

SAĞLIĞI YENİDEN TASARLAMAK: DUBAI FUTUREFORUM 2025’TEN GELECEĞİN SAĞLIK VİZYONU
Yazarlar
23 Aralık 2025
Ölçü ve Ölçü Aletlerinden Alınacak Muayene ve Damgalama Ücretleri Hakkında Duyuru Yayımlandı
Haberler
22 Aralık 2025
ANAYASA MAHKEMESİ ECZANE PROTOKOLÜNÜN SGK’CA FESHİYLE İLGİLİ KARARINI VERDİ
Yazarlar
22 Aralık 2025
ÖZ  
Yazarlar
20 Aralık 2025
LİF TÜKETİMİ: BİR HALK SAĞLIĞI PROBLEMİ
Yazarlar
20 Aralık 2025

Eczacı Dergisi Kurumsal

İmtiyaz Sahibi: Meral Günay Öztürk
Yayıncı Kuruluş: Novi Medya Merkezi İletişim ve Yayıncılık A.Ş.
Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Çetin Öztürk
Grafik Tasarım: Filiz Erdem
Editör: Songül Türe
Pazarlama Yönetmeni: Kübra Yeşildirek
Dijital Pazarlama Yönetmeni: Tuğba Taylan
Muhabir: Kemal Genç

Ad imageAd image

Gizlilik ve Çerez Politikası | KVKK Aydınlatma Metni | Kullanıcı Sözleşmesi

İletişim Bilgileri

A: Eski Büyükdere Caddesi
Maslak İş Merkezi No:37 Kat: 5
Maslak/İstanbul
T: (0212) 256 67 67
F: (0212) 256 34 33
E: eczaci@eczacidergisi.com

Eczacı DergisiEczacı Dergisi
Takip edin
© 2024 Eczacı Dergisi - Web sayfalarında yer alan tüm bilgi, döküman, fotoğraf, video, görüntü, metin, vb. herhangi bir içerik izin alınmadan kullanılamaz. Tüm hakları saklıdır.
adbanner
Hoşgeldiniz

Hesabınıza giriş yapın

Username or Email Address
Password

Şifre hatırlatma