Uzun yıllar içinde pek çok acil nöbeti tuttum. Acilde çalışmak çok gergin bir iştir. İnsan bazen ne kadar hızlı davranması gerektiğine karar veremez. Kapıdan yürüyerek giren bir insanın dakikalar içinde hızla kötüye gittiğine, bazı basit işlerin ne kadar zorlaştığına defalarca tanıklık ettim. Orada çalışan tüm personel için kapıdan giren her bir hasta yaşamında asla unutamayacağı bir hasta olabilir.
Tıp fakültesi son sınıfta olanlar, “intern doktor” sıfatıyla tüm klinikleri dolaşıp, acil nöbetleri
tutmaktadır. Nöbetçi ekibin yapması gereken en basit işleri bu grup öğrencilere verirler. Bu
işler pratik hayatı tanımaya çalışan o grup için büyük bir heyecan, tatmin ve işe yarama
duygusu verir. Genç bir doktor adayı için de inanılmaz öğretici olur. Bu dönemde çalıştığım
bir dizi acil polikliniklerin içinde sanırım en zoru “Çocuk Acil Polikliniği” dir.
Böyle akşamların birinde, ben de henüz bir intern doktor iken, okulumun çocuk bölümünde acil nöbeti tutuyordum. Gelen hastalar, giden hastalar sıradan bir acil akşamıydı işte. Eskilerin deyişi ile “İsmiyle müsemma” bir asistan ablamız vardı, Dr. Harika Hanım.
O zaman için oldukça bilgili ve deneyimli bir asistan doktordu ki, acillerin yükü genellikle bu doktorlar üzerindedir. Onlar ilk değerlendirmeleri yapar hastaları üstlerine takdim ederlerdi. En azından eskiden böyleydi. Bir çocuk getirdiler durumu iyi gözükmüyordu. Gerekli işlemler yapıldı, çocuğun yatışına karar verildi ve tedavisi için damar yolu açılacaktı.
Dr. Harika, damar yolu açmak için hazırlık yaptı. Bizler de yardım ediyorduk. Fakat çocuğun
damarına girmek ki bazen çok zor olabilir, kolay olmadı. Birkaç denemeden sonra çocuğun
babası büyük bir tepki göstererek bağırmaya başladı. Biz, hepimiz donduk kaldık. Baba bir
yandan bağırıyor, bir yandan da ağlıyordu. Harika Hanım’a bir süre bağırdı, sonra sakinleşti
ve birileri babayı dışarı çıkardı. Doktor Hanım’ın tepkisine baktık. O hiçbir şey söylemeden,
hatta kafasını bile kaldırmadan işine devam etti. Yapması gerekeni yaptı, işini bitirdi. Sonra
yine aynı sakinlikte dışarı çıkıp anne ve babaya çocuğun durumu hakkında bilgi verirken
gördüm onu.
Babanın bu tepkisini hangimiz anlamayız? Hepimiz bir baba olarak buna benzer tepki
verebiliriz. Ama inanıyorum ki, zor olan Dr. Harika gibi tepki vermek. İşine, hastasına
ve hasta yakınlarına saygı göstermenin hiç unutulmayacak bir örneği. Tabii ki, bugünlerde
konuştuğumuz “Sağlıkta Şiddet” ile hiç ilgisi olmayacak bir örnek burada anlattığım. Sonra
doktor olarak çalıştığım yıllarda kim bilir kaç hasta yakını ile kimi dostça, kimi çok daha
gergin ilişkiler yaşadım. Ne kadarında Harika Hanım gibi davrandım bilmiyorum.
Sonra uzun yıllar geçti. Bu uzun yıllar içinde hepimiz değiştik, olaylara insanlara bakışımız
değişti. Bir gün yine bir çocuk hasta için Başhekim’in odasında toplandık. Bu sefer ikiz
bebeklerden biri olan hastamızın akciğerleri doğuma kadar geçen süre içinde yeteri
kadar gelişememişti. Akciğerler gebeliğin son döneminde çalışacak hale gelir ve
sonraki yıllar içinde de gelişimine devam eder. Burada bebeklerden biri gayet iyi iken
diğeri tam gelişmemiş akciğerleri nedeniyle solunum cihazından ayrılamıyordu. Uzun süren
destek ve tıbbi yardıma rağmen bu gelişimin olmayacağı belli oldu ve geriye bir tek seçenek kaldı: akciğer nakli. Ancak o zamana kadar yurdumuzda hiçbir çocuk hastaya akciğer nakli yapılmamıştı. Ben ısrarla yapılması gerektiğini söylüyordum. Çalıştığım kurumun bu işi yapabileceğine inanıyordum çünkü. Zor bir işti ve sonu iyi olamayabilirdi de. Her şeye rağmen yapmalıydık.
Bir karar vermemiz lazımdı. İşte hastanenin başhekimi uzun çabaların sonunda bu işe katılacak doktorları odasında topladı. Çocuklarda akciğer nakli yapılırken kalp ameliyatlarındaki gibi kalbi durdurmak gerekir. Kalbin zarar görmeden korunması için bu
işi her gün yapan ekibin desteğine ihtiyaç o. “Çocuk Kalp Cerrahisi” bölüm başkanı, tabii
ki bu çocukların ameliyat sırasında ve erken dönemde anestezisini verecek ekibin başı olan
anestezist doktor hanım ve ben. Başhekim durumu özetledi, ben tıbben neden yapmamız
gerektiğini anlattım. Kalp cerrahi arkadaşımız gerekli desteği verebileceğini söyledi ve sıra
anesteziye geldi.
Doktor hanım o sabah bir hasta yakını tarafından odasında sözlü saldırıya uğradığını, bu sebeple moralinin çok bozuk olduğunu böylesi riskli işlerde hasta yakınlarının tepkilerini önceden bilemeyeceğimizi anlattıktan sonra “Yapamayız” diyerek sözünü tamamladı. Ben o günün uygun bir gün olmadığını başka bir gün toplanmamız gerektiğini söylemeye çalıştım ama maalesef arkadaşımız “Biz yokuz bu işte” dedi. “Bugün de yokuz yarın da”. Umutsuzca Başhekim’e baktım: “Doktor Hanım böyle diyorsa ben bir şey yapamam” dedi, “Koca kurum, böyle bir iş, bir kişinin kararı ile duracak mı?” “Evet, yapmak istemiyorsa zorlayamayız”. Her şey on dakika içinde oldu bitti. Ayrıldık.
Sonra ne oldu derseniz; Bakanlık 2 milyon dolarlık bütçe ile bu hastamızı Amerika’ya
gönderdi. Dünyanın en ünlü kliniğinde aylarca kaldıktan sonra bu ameliyatı yapamayacaklarını söylediler. Çünkü zaten uygun vericinin zor bulunduğu bu alanda bir de çocuğun boyutlarına uygun bir akciğer bulmak iyice zordu. Bulunsa bile sırada bekleyen kendi vatandaşları varken uygun akciğeri yabancı bir hasta için kullanmak istemiyorlardı.
Hastamız geri döndü, o çok alışık olduğu yoğun bakım ünitesine girdi ve solunum cihazına bağlı olarak yaşamına bir süre daha devam etti. O çocuk hastamız için akciğer nakli yapmamaya karar verdiğimiz o günden bu yana yıllar geçti. Biz hala ülkemizde bu ameliyatları yapmıyoruz. “Acaba” diye düşünüyorum bazen, “Dr. Harika sonraki yaşamında neler yaptı, nerelerde çalıştı ve hepimizin çocukları için ne kararlar verdi”. Birde, muhtemelen hiç de farkında olmadan “Kim bilir kimler üzerinde ne tür izler bıraktı?”